Kahveden Gelir Sesi

İnsan hayatı çocukluk, gençlik ve yaşlılık gibi dönemlerden oluşur. Çocukluğunda eğitim gören insan, gençliğini çalışarak, yaşlılığını da istirahat ederek geçirir. Toplumlar da böyledir. Toplumların da çocukluk, gençlik ve yaşlılık gibi dönemleri bulunur. Her toplumun bir ortalama yaşı vardır. Bu ortalama yaşa göre genç veya yaşlı olarak nitelendirilen toplumlardan bahsedildiğini duyarız. Örneğin batı ülkelerinin giderek yaşlandığını işitiriz. Türkiye’nin ne kadar genç olduğunu duyar bununla iftihar ederiz. Fakat nasıl ki insan hayatında gençlik kalıcı değilse toplum hayatında da gençlik kalıcı değildir. Toplumlar da yaşlanır. Türkiye’mizin yaş ortalaması 1980 senesinde 20 civarındayken 1990 senesine gelindiğinde 22’yi geçmiş, 2000 yılında 25’e yaklaşmış, bugünse 28 sınırlarını zorlamaktadır. Bu da demek oluyor ki övündüğümüz genç nüfusumuz istatistiklerdeki yerini yavaş yavaş büyük bir orta yaş grubuna bırakıyor ve daha uzun vadede de bu orta yaşlı nüfus yerini yaşlı bir çoğunluğa bırakacak.

Nüfusun yaşlanması kötü bir şey değil. Türkiye’de bugün ortalama yaşam süresi 71’i geçmiş durumda. Bu da daha iyi sağlık hizmetleri alındığının bir göstergesi. İnsanlar geçmişe göre daha uzun yaşıyorlar. Cahit Sıtkı Tarancı’nın Otuzbeş Yaş şiirini düşündüğümüz zaman; yazıldığı yıllar göz önüne alındığında şairin çok iyimser bir tahminde bulunduğunu görüyoruz. Ortalama yaşam beklentisinin 50 civarında olduğu yıllarda 35 yaş yolun yarısını değil de sona yaklaşılan bir noktasını ifade ediyordu. Aradan geçen bu yıllarda insanların sağlık hizmetlerine ulaşma oranı gittikçe artmış ve neticede Türk insanının yaşam beklenti çıtası 71’e kadar yükselmiştir. Bugün 35 yaş gerçekten de yolun yarısı ediyor.

Toplum hızla yaşlanmaya doğru giderken yapılması gereken şey; insanın da hayatı yaşlılığa doğru giderken yapması gereken şeyle aynıdır. Her insan çocukluk çağını iyi bir eğitimle geçirmeli ve akabinde gelen en verimli dönemi olan gençlik çağını da çalışarak ve üreterek değerlendirmelidir. Toplumların yapması gereken de aynıdır. Nüfusu gençken çalışmalı, üretmeli ve toplumun refah seviyesini en yükseklere çıkarmalıdır ki yaşlılık dönemi geldiğinde gönül rahatlığı ile istirahat edebilsin.

Türkiye 1980–2008 yılları arasında 8 sene birden yaşlanmış ve 28 yaşına gelmiş. Aynı hızla yaşlanacağını varsayarsak bir 28 sene sonra yani 2036 yılı civarında yaşı 36 olacak ve bu saatten sonra verimliliği gün geçtikçe azalacak. Genç nüfusunun fazlalığıyla övünecek bir halde olmayacak ve nüfusu gençken ne ektiyse onu biçecek. Nüfusu gençken çalışıp üretirse, güzel şeyler meydana getirirse yaşlılığında da ürettiklerinin mükâfatını görecek, nüfusu gençken vaktini ağustos böceği gibi çalgı çalarak geçirirse yaşlılık kapıya dayandığında açlıkla ve akla gelebilecek onlarca tehditle karşı karşıya kalacak.

Bugün ülkemizin genç nüfusu ne ile uğraşıyor diye baktığımızda aklımıza önce kahvehaneler geliyor. Gençlerimizin önemli bir kısmı vakitlerini kahve köşelerinde iskambil oynayarak heba ediyorlar. Şans oyunlarına bel bağlayarak; çalışarak değil de kısa yoldan zengin olmanın hayallerini kuran, sigara ve benzeri kötü alışkanlıklarla ömürlerini törpüleyen, internet kafe köşelerinde boş işlerle zihinlerini körelten gençlerimizin sayısı o kadar fazla ki. Kalifiye eleman mumla aranıp bulunamazken, kahve köşelerinde yerini bulan vasıfsız işsiz sayısı her geçen gün daha da artıyor. Nüfusumuzun en genç olduğu son 30 senede gelebildiğimiz yer ortada. Umarız ki gelecek 30 senemizde toplum olarak, gençliğimizi boş işlerle harcamaktan vazgeçer; bu kıymetli zamanı çalışma ve üretmeyle geçiririz. Aksi takdirde toplumun verimliliğinin çok azalacağı zamanlarda dünyanın dilencisi bir toplum olma olasılığımız kaçınılmaz hale gelir.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir