Olmak

Diller arasındaki temel benzerlik kelimelerle ifade edilebilme ihtimali olmayan kavramların olabilecek en yakın şekliyle anlatılmaya çalışılmış olmalarıdır. Hiçbir dil insan duygu ve düşüncelerini tam manasıyla ifade edemez, sadece en yakınını bulmayı amaçlar. Olmayı en çok kullanan dillerden biri de İngilizcedir (ve tüm Cermen dilleri). Meşhur Shakspeare aforizmasıdır “Olmak ya da olmamak- To be or not to be”. Bu cümle bizim açımızdan bakıldığı zaman gayet basittir, belki de anlamsız gelebilir. İngilizce dilinin olmak fiili üzerine kurulmuş olduğunu bilenler içinse biraz farklılık arz edebilir. İngilizcenin temelinde olmak (to be) fiili yatar. Yabancıların konuşmalarının taklidinin yapıldığı filmlerde Türkçe konuşmaya çalışan birisinin “Ben var olmak gitmek” dediğini duyup güleriz. Hâlbuki bir İngiliz için olmak vazgeçilmezdir ve Türkçe konuşmaya çalışırken böyle olmak’lı konuşmasından daha normal bir şey yoktur. Bu dil bütün cümlelerine olmaktan bir şey yerleştirir çünkü fiilin meydana gelebilmesi için ön şartı aktif ya da pasif, olayı gerçekleştiren ya da etkilenen birisinin olmasıdır. Bu yüzden olmak fiili am-is-are olarak, was-were olarak, have-has olarak ve daha bir çok parça olarak dağılır cümlelerin içinde.

Güneşin doğması için önce olması lazımdır, insanın gülmesi için en temel şart olmaktır. Her şey zıddıyla bilinir. Olmanın zıddı da olmamaktır. İngilizcede ve tüm kardeş dillerinde olmanın bu kadar fazla bulunması bu bölge insanının maddeye çok fazla kafayı takmış olmalarının da sebebidir. Germen dilleri olan İngilizce, Fransızca, Almanca ve hemen tüm Avrupa dilleri bugün dünya kapitalizminin de lokomotifi olan ülkeler ve dolayısı ile insanlarının dilleridir. Olmakla olmamak arasındaki ayrımı felsefi değil de maddi olarak algıladıkları için zaman içerisinde sürekli varlıklarını meta ile ölçme hastalığına düşmüş, zenginleşmeyi yaşama sebebi sayarak insanları sömürmek dâhil her yolu mubah kabul etmiş ve bugünün vahşi kapitalist dünyasını el birliği ile inşa etmişlerdir. Olmak, oluşu ispat yükümlülüğünü de beraber getirmiştir bu insanlar için. Bu ispat ancak kendileri dışında olanlardan daha fazla olmakla mümkün olabileceği için başkalarından üstün olmak için onları ne yok etmiş ne de yaşatmışlardır bu güne kadar.

Bizim olmamız böyle mi ya? Doğu toplumlarında olmak yavaş yavaş kısık ateşte pişmekle gerçekleşecek bir şeydir. Yunus Emre’nin şiirlerinde ne güzel olmak’lar vardır. Kul olunur, kurban olunur, derviş olunur. Hamlıktan çıkmak için pişilir, şükredilir. Başkalarının varlığı ancak tevazu sebebidir zira en büyük olmaklık Yaradan’ın varlığıdır ve O’nun bir “Ol” demesiyle gerçekleşmiştir her şey. Kûn fe yekûn sırrını bilenler için olmak Yaratan’ın bir şeyi istemesiyle meydana gelen bütün mevcudattır. Bunda insanın hiçbir müdahalesi yoktur, olamaz da. Zat-ı ezeli olan bütün kâinatı var etmiştir. Olmak, zaten var olanın boyut değiştirmesinden başka bir şey değildir. Dil açısından bakıldığı zaman bizim dilimizde de olmak bu kadar köklü bir kavram değildir. Arapçada da “Kûn” yani olmak bu kadar her cümlenin içine girmemiştir. Doğu dillerinin çoğunda durum böyledir. Olmak hastalığı Germen dillerine has bir özelliktir. Hal böyleyken dünyanın bugün içinde bulunduğu kökenini Germen halklarından alan aşırı maddiyatçı düzenin bizlerle ve bizim dışımızdaki diğer doğu milletleriyle hiçbir alakası yok. Bizim ne dilimizin ne de kültürümüzün temelinde bu kadar maddiyatçılık vardır. Bir olmak varsa o da Allah’ın sonsuz olan ve sürekli devam eden yaratmak faaliyetidir. Bizim hayat felsefemize sokmaya çalıştığımız madde kökenli her şey, aşırı zenginleşme arzusu, kapitalizm, başkalarını hor gören kibirliliğimiz, varlığımızı ispat etmek çabası için attığımız her adım aslında fıtratımıza, dilimize, kültürümüze ve tarihimize ters düşmekten başka bir şey değildir.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir