Yıkanma

İnsanı hayvandan ayıran özelliği düşünmektir denir. Bu düşünme özelliğinin insana kattığı en önemli meziyetlerden birisi de temizlenme arzusudur. İnsan periyodik olarak kirlerinden arınarak mutlu olur, bunu yapmazsa eğer ya hastalıktan ölür ya da muhtemelen delirir. Yıkanmanın kirlerden arınma gibi bir etkisi olduğu gibi insan psikolojisine de etkisi vardır. Öyle ki bazı dinlerde yıkanmak kutsal bir anlam ifade eder. Hıristiyan olmak istiyorsanız öncelikle kutsal suyla bir güzel yıkanacaksınız, vaftiz olacaksınız; ya da Müslüman olmak istiyorsanız öncelikle bir temiz yıkanacaksınız, abdest alacaksınız. Budistlerin Ganj nehrini kutsaması, Yunan ve Roma mitolojisindeki bazı örnekler insanlık tarihi boyunca yıkanmanın psiko-teolojik bir öneminin olduğunu ortaya koyuyor. Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun yalancısıyım, eski Türklerde günah işleyen birisi tuğlanın üzerine çıkar tuğla eriyene kadar yıkanırmış. Örnekler benim ayrıntılarını bilmediğim tüm dünya dinleri adedince çoğaltılabilir. Dolayısı ile yıkanma maddi bir arınmanın yanı sıra manevi bir arınmaya da delalet ediyor.


Yıkanma suyun vücuttan kirleri temizlemesi olduğu kadar ruhsal olarak da bir arınma mekanizmasıdır. İnsan yıkandıkça kötü-karamsar düşüncelerden sıyrılır; en azından ara verir. Ağlayan birine gidip elini yüzünü yıkaması salık verilir. En azından geçici bir ferahlık verecektir. Ülkemiz sahilleri kavurucu sıcak aylarda tıklım tıklım doludur, o sıcak havalarda pişmekten öte bir hazzın nereden geleceğini merak ederseniz cevabı denizde aramalısınız. Ne kadar sıcakta kavrulsa da insan suyun içine girmenin mutluluğu bu eziyeti çekilir kılmaktadır. Suyun içine girdiğinizde rahatlar, stresten uzaklaşırsınız.


Batı kültüründe küvetin içinde yıkanılır. Çok eski yüzyıllarda senede bir büyük bir kazanın doldurulduğu, ilk önce erkeklerin, sonra kadınların en sonunda da çocukların o suyun içinde yıkandığını duyup gülmüştüm. Senede bir yıkanıldığı inandırıcı gelmese de mantığın aşağı yukarı böyle olabileceğini tahmin ediyorum. Bizim kültürümüzde ise vücuda değen su artık kirlenmiş sayıldığından küvetin içine girip yıkanmak diye bir şey söz konusu olamaz. Batı özentisi neticesi her eve küvet yapıyoruz artık ama bir anket çalışması yapılsa; bu küvetleri ve jakuzileri kullanan insan sayısı istatistikleri bugünkü ekonomi biliminin temelini oluşturan “rasyonel kararlar alan tüketici” varsayımını ve dolayısıyla bütün ekonomi teorilerini çürütür. Bu yüzdendir ki her ortalama Türk ailesinin küvetinin içinde bir adet kova ve tabure bulunur. Batı dünyasında hamam olmamasının nedeni de budur. Yıkanmayı kazanın içinde yaptıkları için oturup kafalarından aşağıya su dökmenin düşüncesi bile tuhaf geliyordur. Hamamlar bugün temizliğin timsali olarak sayılmıyor olsalar da geçmişteki yaşam şartları düşünüldüğünde büyük bir nimetmiş o zaman yaşayan insanlar için. Hele ki yol üzerinde kurulan kervansaraylarda, gelenlerin ücretsiz barındırıldığını ve hamam hizmetinin sunulduğunu düşündükçe daha da bir takdir ediyorum rahmetli atalarımızı.


En güzel yıkanma tabi ki Müslüman olmamız hasebiyle abdesttir. Abdestin her adımının anlamları vardır. El yıkarken o ana kadar işlenen tüm günahlardan arınmak dilenir, ağız yıkarken ağızdan çıkan küfürden, hatalı sözden tövbe edilir, burna su verilir ve mekruh bir şey koklanmışsa tövbe edilir. Reha Çamuroğlu’nun Son Yeniçeri kitabındaki Sarı’nın İslamiyet’e kabul töreninde ve Bektaşi geleneği ile ilgili okuduğum farklı yerlerde abdest töreninde söylenen sözler çok hoşuma gitmişti. Örneğin tarikata yeni giren birisi yüzünü yıkarken şöyle deniyor: Ey istekli! Ezel-i ezel den bu ana gelinceye dek bi-hayalığın tümünden uzak durmak, yüzü yıkamak yüce Tanrı’nın buyruğudur ya da kollar yıkanırken: Küçük yaşından bu ana gelince değin, kol salmış olduğun menhiyyat-ı ilahîye’nin tümünden arınmak için kollarını yıkamak yüce Tanrı’nın buyruğudur, baş meshedilirken: Baş, organların en üstünüdür. Makamı en yücedir. Gövde, insanı taşır. Baş ise bilip anlayıcıdır. Akıl ve fikir başta gerektir. Bu ana değin şer-i kadim ve akl-ı müstakimin aksine hareketlerde bulundunsa, işlediğin suçların tümünden arınmak ve uzaklaşmak amacıyla başını mesh edersin. Bu iş yüce Tanrı’nın ilahî bir buyruğudur… diye sürer abdest faslı.

     “Bu abdest Hazreti İmam Caferü’s – Sadık erkânıncadır. Cenâb-ı Hakk erenler abdestinde sabit-kadem eyleye. Allah, eyvallah, Hü Dost!”

Bazen geçmiş yüzyılları merak ederim. O zamanlarda yaşamış olmayı dilediğim bir nice hadise vardır. Veda Hutbesi’nde peygamberin sözlerini dinlemek, Kerbela’da Hazreti Hüseyin’e kalkan olmak, Haçlı seferlerinin önüne Kılıçarslan’la birlikte set kurmak istemişimdir. Bugün bir zaman makinesi icat edilse ve geri dönmemek üzere o günlere beni gönderecek olsalar gitmek isterim ama her yıkanmamda suyun bu kadar bol ve kolay erişilir olduğu bir zamanda beni dünyaya gönderdiği için Allah’a sonsuz şükürlerimle beraber; o zamanlarda nasıl yaşayacağımı kara kara düşünmeden de edemem.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir