Köpekli Çocuklar Gecesi [Oya Baydar]

Çok eski zamanlarda. Olric yokken. Ben yılları sayma hastalığına yakalanmamışken. O zamanlar seyahatlerin de farklı bir anlamı olurdu. Her birinin kendine özgü başka bir anlamı olurdu demek istiyorum. Onlarca yolculuk yapmıştım bir gün geriye dönüp baktığım zaman. Şimdi geriye dönüp bakınca yüzlerce yapmış olduğumu fark ettim. Son yıllarda, bozulan psikolojim, ancak kendi kullandığım araçlarla seyahat etmeme müsaade ettiği için ve işin doğrusu çok da gerekmediği için otobüs yolculuklarından vazgeçtim. Üç beş yıl önce bir yolculuk yapmıştım. Bir de bugün yaptım işte.

Çok eski zamanlarda, yollarda geçen zamanlarımı, Anadolu’mun uçsuz bucaksız ovalarını, yalçın kayalarını, bazen karlarla kaplı bazen güneşin kavurduğu düzlüklerini ve o yolların kenarlarında inşa edilmiş evlerini ve o evlerin yanıbaşında gördüğüm insanlarını izleyerek geçirirdim. Her birine ayrı birer kişilik giydirir kafamda karşılıklı konuşmalar yazardım. İnsanlar insanlarla konuşur, kuşlar benimle konuşur, evler kedilerle konuşurdu bazen. Bazen de sessiz sessiz bakışırlardı. Her şeyin bir anlamı vardı o zamanlar. Uzunyayla’dan geçerken otobüsün önünden havalanan iki tane bembeyaz kuş başka bir şeyi anlatırdı Yağdonduran geçidinden geçerken gökyüzündeki bulutların aldığı şekil başka.

Bir de kitap okurdum. Kafamı bir kitaba daldırır bir camdan dışarıya bakardım. Öyle öyle geçerdi yollar. Sonunda bazen sıla olurdu bazen gurbet. Bugünkü yolculuğumun sonu sıla mı oldu gurbet mi ben de bilmiyorum şu anda. Depremden sonra Malatya’ya gelişlerimde hep evime geliyormuşum gibi hissetmiş olsam da bir yanım hep kırık. Bu şehir o eski Malatya değil. Ben de ben değilim. Yerim yurdum da yok zaten. Kuşların da canları cehenneme.

Köpekli Çocuklar Gecesi seyahatimin ilk romanıydı. Bir arkadaşımın ısrarla tavsiye edip, tavsiye etmekle kalmayıp bana hediye ettiği bu kitap günümüz dünyasının belki de en önemli sorununa tersten bakmış. Küresel ısınmanın ve çevre kirliliğinin getireceği felaketlerin yaşandığı bir zaman diliminden geriye doğru bakmış demek istiyorum. Bir bitkibilimci olan … Hanım (belki de adı Havva), başka bir bilim insanı olan Adam ile (Edım değil, bildiğin adam) tesadüfler sonucunda tanışıyor. İkisi de dünyanın yaklaşıyor olduğu felaketlerle ilgili bir şeyler yapmaya çabalayan aktivistlerdir. Fakat ne yaparlarsa yapsınlar ok yaydan çıkmıştır bir kere. Bugün olduğu gibi.

Çevre felaketleri bizi bekliyor fakat ne zaman gelecek bilmediğimiz için aptalca bekliyoruz. Deprem de geliyordu ve geleceğini tahmin edebiliyorduk. Aptalca bekledik başka bir şey yapmadık. Bir anda çevre felaketleri de bastıracak, Oya Baydar’ın romanında olduğu gibi.

Romanda anlatılan dünyada çevre felaketleri yaklaşırken sürekli sansüre uğruyor bilgiler. Her kaynak çarpıtılıyor. İnsanlar diktatörlük rejimlerine teslim olmuş durumdalar. En demokratik ülkeler dahi diktatörlere teslim olmuş. Felaketin gelişi halktan bilinçli bir şekilde gizleniyor. “En kötümserler bile felaketin bu kadar erken geleceğini tahmin edememişlerdi.”

Depremin etkilerinin sürekli örtbas edilmeye çalışıldığı Malatya’ya ne demeli. Benziyor değil mi?

“Tam da daha adil, daha özgür bir dünya hayalleri kurulduğu sırada diktatörlükler şurada burada mantar gibi bitti.” “Çevre felaketi gibi, siyasi felaketinde geleceği belliydi aslında.”

Yazarı eleştireceğim bir husus var. Birkaç yerde, saydım hatta tam üç yerde, ifadeleri gereksiz ve anlamsız olmuş. Türkiye adı geçmiyor fakat ülkede çatışma olduğu, jandarmaların köylülerden haraç kestiğini filan anlattığı bir bölüm var. Asker aynı zamanda orman yakıyor. Bu bölümü okuyanın aklına suçlunun Türk devleti olduğu geliyor ki ben bunu bir Türk olarak kabul etmiyorum. Romanın gidişatı içerisinde çok gereksiz bir kılçık olmuş. Kötü insanların “Allahuekber” diyerek kötülük yapmaları da gereksiz. Bütün kötülerin Müslüman olarak kodlandığı batılı edebiyat-sinema kasıtlı olarak yapıyor bunu. Oya Hanım’ın da onlar gibi davranması hoş olmamış. Sorun Müslümanlarda değil, sorun bu insanları yüzlerce yıldır sömüren ve önlerine müspet ilim namına hiçbir şey gelmesin diye kasıtlı bir şekilde çabalayan batıda. Ayrıca bu coğrafyada vahşetin kaynağına giderseniz Müslümanlar kadar Hıristiyanları da bulursunuz hatta biraz daha kazırsanız Yahudiler bile çıkabilir Oya Hanım.

“Mağduriyet çoğunlukla kötülük doğuruyor. Mazlumlar iktidar gücüne sahip olduklarında zalimleşiyorlar, kendi çektiklerini başkalarına yaşatıyorlar.”

Roman, felaketleri anlatıyor. İnsan eliyle gelen savaşlar ve çevreye verilen zararlar selleri, su baskınlarını, aşırı sıcakları, kasırga ve hortumları, depremleri, yanardağların aktifleşmelerini, mevsimlerin sürekli yer değiştirmesini getiriyor. Kapitalist çarkların umurunda mı? Savaşlara ve vahşice üretmeye devam ediyorlar.

“Üç şeyin algoritması çıkarılamaz, üç şey var ki en gelişkin yapay zekaya bile aktarılamaz: hayal gücü, umut ve vicdan.”

Yazarı eleştireceğim ikinci husus yine satır arasına gizlenmiş olan et üretimi. Biliyorsunuz, kapitalist sistem insanları yapay et yemeye yönlendiriyor ve bunu kasaplık hayvanların çok fazla su tükettikleri, çok fazla sera gazı ürettiklerinden dolayı yaptığını iddia ediyor. Ben bu iddianın tamamen safsata olduğunu, vahşice sürdürülen sanayi üretimi çarklarını yavaşlatmıyor ve kıyas yapılırsa hayvanların ürettiği sera gazı miktarı devede kulak kalır bunun yanında. Yazar belki de bunu kastetmemiştir diye düşünüyorum.

“Tarih gibi, bellek de güvenilmez bir şey.”

Yazarın kurtuluşu ve umudu çocuklara bağlamış olması romanın ayrı bir güzelliği. Ben, dünyayı ozanlar kurtaracak demiştim bir keresinde. Ozanların dünyaya seslenmeleri ile bu gidişat durabilir ancak demiştim. Fakat görüyorum ki ozanları dinleyen yok. Kassandra Damgası’ndaki uzay rahibi gibi Oya Baydar ve kahramanları da dünyaya sesleniyorlar ozanca fakat ne yazık ki hiç umudum yok dinleneceğine dair. Yine dünya kurtulacaksa kirlenmemiş, saf, masum çocuklar tarafından kurtarılacak. Belki ozanlar yol gösterir, belki de kalpleriyle bulurlar yolu.

“Rıza toplumu toplumların en kötüsüdür” derdi Adam. “En yanlış, en hesapsız, en acı yenilgiyle biten isyan bile kötülüğe boyun eğmekten iyidir. Başkaldıran insan boyun eğenden daha güçlüdür. İnsanlık, durumuna isyan ede ede geldi bu günlere.”

“Kötülük gibi iyilik de bulaşıcıdır. Yeter ki birileri iyiyi, doğruyu, güzeli ne pahasına olursa olsun savunmaya cesaret etsin.” (Acaba??)

Oya Baydar, romanda, yeni nesilden bahsederken, uzun yazmaya ve uzun okumaya ne istekleri ne de ihtiyaçlarının olduğunu söylemiş. Süper akıllı telefonlar her şeylerine yetiyor yeni nesilin. Halbuki bu kitap mesela, bu Köpekli Çocuklar Gecesi, bütün dünya dillerine çevirilip bütün okullarda ders olarak okutulmalı ki gençlerin haberi olsun başlarına geleceklerden. İklim felaketlerinin, çevre felaketlerinin binlerce yıllık insanlık mirasını bir anda yok edebileceğini bilsinler diye herkes okumalı bu romanı. Sonra de gelip Baydar’ın elini öpmeliler. Onun dediği gibi, şiddete, iktidara gerek olmayan, basit ve doğayla uyumlu insanca bir yaşam kurma azminde olarak hem de.

270 sayfalık eser Can Yayınları tarafından basılmış.

Author: mehmetzeki

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir