Bunlar Hep Milli Servet

Yıkılan binalara bakıyorum. Yıkımlardan önce ve sonra çürükçül bakterilerin ölü organizmayı yiyip bitirmeleri gibi birileri ortaya çıkarak o binanın para edecek her şeyini söküp götürüyorlar. Bir aradayken değerli olan o inşaat malzemeleri söküldükten sonra üç otuz paraya satılıyor. İnsanın içi acıyor, acımaz mı? Bunlar hep milli servet. Acaba gerçekten yıkılması gerekiyor muydu yıkılan binaların? Acaba yıkılması gerekip de yıkılmayan binalar kaldı mı bina stokumuzun içinde? Bu iki soru deprem sonrası yeniden yapılanmanın en kritik soruları olmalıydı diye düşünüyorum. Bu kadar israfı kaldıracak mecalimiz de yok, güvensiz binalarda oturacak cesaretimiz de. Hadisenin iki boyutu da çok önemli. 

Depremden sonra şehirdeki tüm binalar hızlı bir şekilde gözden geçirildi. O kadar hızlı olup bitti ki bu iş, kimse bir şey anlamadı. Tespitte çok hata yapıldığı için itirazlar geldi, itiraz üzerine yeniden kontroller yapıldı ve yine de tatmin olmamış binlerce insan kaldı geride. Bu kontrolleri yapanların yetkinliği tartışıldı bu süreçte. Bilimsel bir kontrol mekanizması çalıştırılmadı. İnsanlar bilimi sadece ücreti ödemeyi göze alabildikleri kadar kullanabildiler. Depremden dolayı hepimizin çok korkmuş olduğu da bir gerçek. Dolayısı ile ağır hasarlı tespitlerine yeterince itiraz edilmedi. Sonrasında ise gerekli gereksiz bir sürü yıkım oldu. 

Şu noktayı da göz ardı etmeyelim, hasar tespitin hızı ile yıkımların hızı arasında uçurum var. Deprem sonrası bütün binaları gezip her binaya bir askı kodu veren organizasyon ile yıkımlara başlayan organizasyon arasında hız açısından uçurum var. Belediye başkanlarının konuşmaları ile yapmaları arasında da böylesi uçurumlar var. Konuşurken ağzından faaliyeti, hizmeti düşürmeyenler çalışma gününde ortada yoklar. Aylardır güçlendirme için olsun başka izinler için olsun belediye kapılarını aşındıranlar var ve ne yazık ki kışın kapıda olduğu şu günlerde dahi bir arpa boyu yol alınmış değil. İnsanlar gerçekten ciddiye alınıyor olsaydı her birinin problemi ayrı ayrı düşünülür ve masaya yatırılarak çözüm aranırdı. 

Mimarlar odası başkanı Yunus Emre Fidanel’in bir açıklamasını okudum. Birçok binanın boşuna yıkıldığını söylemiş Fidanel. Yetkin bir ağızdan duyunca bunları işin rengi daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. 150 kilo patlayıcı ile zorla yıkılan binalar var. Daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim zar zor yıkılan o binalardan. Her biri büyük bir fabrika yapabilecek kadar sermaye ile yapılmış koca siteler ince eleyip sık dokunmadan yıkılıp gidiyor. Milli servet ziyan oluyor. Bu kadar israf memleketimizi daha da fakir hale getiriyor. Bu yıkımların mağdurları sıradan insanlar olduğu için yıkım süreçleriyle ilgili kamuoyu oluşturamıyor, yıkımları rasyonel zemin üzerine oturtamıyorlar. Siyaseten ya da madden güçlü kimseler olmadıkları için cılız sesleri kaybolup gidiyor kakofoninin içerisinde. 

Yıkımlarda bu kadar hata yapılıyorsa yıkılmayanlarda da yapılıyor demektir. Ağır hasarlı olup, tehlike arz eden binaların da yanlış tespitle tehlike saçmaya devam ediyor olması ihtimali var. Birinci durum, milli servetin israfına ve insanların mağduriyetine sebep olurken ikinci durum, Allah korusun, can kaybına davetiye çıkarıyor. Her iki durum da titizlenilmemiş hasar tespitlerinin neticesi. Konu bir an önce rasyonel bir zemine taşınmalı. 

Orta hasarlı binaların durumu da bir an önce çözülmesi gereken konuların başında geliyor. Güçlendirme için bir sene mühlet verilip de ruhsat vermemek insanın elini kolunu bağlamak manasına geliyor. Güçlendirme için şurada 4-5 ay zamanları kaldı orta hasarlı bina sahiplerinin ve ne hikmetse bu izinler bir türlü çıkmıyor. Yazıktır, günahtır. Bu kadar zengin değiliz ve milli serveti bu kadar rahat savurmamalıyız. Bina sahipleri siyaseten ve madden güçlü değiller diye bu iş bu kadar yavaş yürüyor ve mazlumun hakkı dediğimiz şey tam olarak bu. 

9 Ekim 2023 Net Haber yazım

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir