Aynalar [Eduardo Galeano]

Aynalar bir dünya tarihi. İlk çağdan önce hatta dünyanın yaratılışı ile başlıyor. Ağırlığı yakınçağın ve Latin Amerika ülkelerinin oluşturması tesadüf değil zira yazarı Uruguaylı.

Önce dünya meydana geliyor sonra insan. İnsan arzudan yapılıyor. Kuzenleri de şempanzeler filan. Hayatta kalmanın mucize olduğu bir ortamda toplu savunma yapma ve yemeği paylaşma gibi özellikleri olan insan bu mucizeyi gerçekleştiriyor diyor yazar. Uygarlık tarihini çok kısa özetlerken de güvenliğin olmadığı ve özgürlüğün sınırsız olduğu bir ortamdan güvenliğin çok yüksek seviyede olduğu ve fakat özgürlüğün neredeyse hiç olmadığı bir ortama doğru yapılan seyahat olduğunu ima ediyor. Sonra ateş bulunuyor, sonra yazı, sonra da tavernalar…

“İlk başta bizim ebemiz olan zaman, gün gelecek celladımız olacak. Dün zaman bizi emzirdi ama yarın yiyecek.”

Çok ilginç anekdotlarla dolu bir kitap. 1980 yılında Sarı Nehir’de 400 yunus yaşadığını biliyor muydunuz? Bugün yok maalesef. Tatlı su yunuslarının soyu tükenmiş durumda. İyi ki açık denizlere fazla açılamıyor insanoğlu yoksa denizlerdeki hayatı da bitirecekti.

Eskiden ruhun evini kalp değil de karaciğer temsil ediyormuş, biliyor muydunuz? Eski Mısır, eski Yunan’da hep karaciğerden bahsediliyor.

Pandora’nın kutusunun içinde talihsizlikler ve tutsaklar varmış. Pandora sabırsız olduğu için açmış kutuyu, söylemiş kötüyü. Bütün musibetler yayılmış dünyaya.

Irkçıların köken arayışlarına dini alet etmelerinin de hikâyeleri var. Ben ilk cinayeti işleyen Kabil’in çocuklarının zenci olduğunu duymuştum. Kitapta Hz. Nuh’un bir oğlundan bahsediyor benzeri bir şekilde: Kam. “Akıl dinin, din de zulmün hizmetindedir: köleler zenci olduğu için Kam’ın da zenci olması gerekiyordu.”

Büyük İskender fethettiği yerlerin geleneklerine saygı gösterdiği gibi onları öğrenmeye de çalışıyormuş. İyi bir kralın özelliği.

“Romalılar içinde en saygıdeğer olanlar çarpışmalara çok nadiren iştirak eden savaş efendileriyle toprağa çok nadiren elini süren büyük toprak sahipleriydi.”

Hıristiyanların Noel günü pagan adeti olan bir günün isim değiştirmiş şekli sadece: Yenilmez Güneş günü. Aziz Gregor’un bu tarihi Hz. İsa’nın doğum günü olarak ilan ettiği 379 yılına kadar böyle bir şey de yok. Hz. İsa’nın doğum günü komple uydurma yani.

Kilisenin Hz. Meryem’in popülerliğini artırması on birinci yüzyıla tekabül ediyor. Keza günah çıkarmanın icadı da bu tarihlere denk gelir.

Gavurların meşhur Noel Babası da 1863 yılında keşfedilmiş. Dini bir temeli yok yani. Kendi yapar, kendi tapar cinsinden. 1930 yılında da Coca Cola’yı çağrıştırması için kırmızı beyaz boyamışlar. Alın size subliminal mesaj.

Hıristiyan rahiplerinin evlenme yasağı yine 12. Yüzyıla denk gelir ki bu tarihte tüm Avrupa toprağının üçte ikisi kilisenin malıymış. Miras kavgası olmasın diye evlenmeyi yasaklamışlar.

“Hiçbir aziz ya da azize asla banyoya adım atmamışlardı ve krallar arasında yıkanmak nadir rastlanan bir olaydı; nitekim parfüm de bu yüzden icat edilmişti. Kastilyalı İsabel’in ruhu çok temizdi, ama tarihçiler hayatı boyunca iki kez mi yoksa üç kez mi yıkandığını tartışıyorlar.” Adamlar pisliklerinin içinde oynuyorlarmış. Yıkanmayı da sapkın bir Müslüman alışkanlığı olarak görüyorlar.

“Bilgi günahtır. Adem ve Havva o ağacın meyvelerinden yediler ve olanlar oldu.”

“Yahudi avı her zaman için bir Avrupalı sporu olmuştur. Şimdiyse, bu sporu hiç yapmamış olan Filistinliler diğerlerinin hesabını ödüyorlar.”

“Che Guevara anne babasına son mektubunu yazdığında, hüzünlü şövalyenin dünya yollarındaki talihsiz serüveni üç buçuk asrı çoktan doldurmuştu. Ailesine elveda demek için Marks’tan bir alıntı yapmadı. Şöyle yazdı: Topuklarımın altında bir kez daha Roscinante’nin kaburgalarını hissediyorum. Kalkanımı koluma takıp tekrar yollara düşüyorum.”

Sanço’dan bahsetmese olmazdı yazar: “Ayak takımı sağlam ve garanti maaşlı bir çalışma ilişkisi istiyordu. O zamandan beri dört asır geçti. Hala değişen bir şey yok.”

“On sekizinci yüzyıl doğmak üzereyken, Burbon hanedanından bir kral ilk kez Madrid’deki tahta oturdu. V. Felipe daha tahta oturur oturmaz zenci ticaretine bulaştı. Fransız şirketi Compagnie de Guinee’yle ve kuzeni Fransa kralıyla kontrat imzaladı. Bu kontrat gelecek on yıl içinde Amerika’daki İspanyol sömürgelerinde gerçekleşecek olan kırk sekiz bin kölenin satışından elde edilecek gelirden her iki krala da yüzde yirmi beşerlik bir pay veriyor ve köle trafiğinin Katolik gemilerinde, Katolik kaptan ve Katolik mürettebatla yapılması gerektiği yönünde bir düzenleme getiriyordu.

On iki yıl sonra Kral Felipe İngiliz şirketi South Sea Companu ve İngiltere kraliçesiyle kontra imzaladı. Kontrat gelecek otuz yıl içinde Amerika’daki İspanyol sömürgelerinde gerçekleşecek olan yüz kırk dört bin kölenin satışından elde edilecek gelirden her iki hükümdara yüzde yirmi beşerlik bir pay veriyor ve zencilerin yaşlı ve sakat olamayacağını, bütün dişlerinin sağlam olması ve kölelerin görünür bir yerlerinde İspanyol kraliyeti ile İngiliz şirketinin kızgın demirle vurulmuş damgasını taşımaları gerektiğini hükme bağlıyordu.”

“Köleler gemilere tir tir titreyerek biniyorlardı, zira orada beyazlar tarafından yenileceklerini zannediyorlardı. Aslında çok yanılıyor sayılmazlardı. Eninde sonunda zenci ticareti Afrika’yı yutan bir ağız oldu.”

“Mali bugün dünyanın en yoksul ülkelerinden biri. On altıncı yüzyılda çok zengin ve ileri bir ülkeydi. Timbuktu üniversitesi yirmi beş bin öğrenciye eğitim veriyordu… …aralarında hekimler, hukukçular, müzisyenler ve heykeltıraşların da bulunduğu savaş esirleri köleleştirilerek Amerika’daki tarım çiftliklerine gönderildiler.”

“İnsan satışı uzun süre boyunca Britanya İmparatorluğu’nun en kazançlı işkolu olmuştu; ama hiçbir mutluluğun sonsuza kadar sürmediği bilinen bir gerçektir. Çok bereketli geçen üç asrın ardından Kraliyet Ailesi köle ticaretinden çekilmek zorunda kaldı ve uyuşturucu satışı emperyal ihtişamın en kazançlı faaliyet alanı oldu.”

Dünyanın tamamlanmamış envanteri hurdalardan,

kırık camlardan

Telleri dökülmüş süpürgelerden,

yürünmüş terliklerden,

içilmiş şişelerden,

uyunmuş çarşaflardan,

yolculuk yapılmış tekerlerden,

denize açılmış yelkenlerden,

yenilmiş bayraklardan,

okunmuş mektuplardan,

unutulmuş sözcüklerden ve

yağmış yağmurlardan oluşuyor.

Arthur Bispo do Rosário

Alıntılamaların dışında özetlemek gerekirse dünya tarihi kan ve gözyaşı tarihidir. İnsanlar birbirlerine sürekli acı çektirmiş ve kanını dökmüştür. Başka insanları köle olarak satmak nedir arkadaşım, aklınız nasıl alıyor bunu? Alıyor işte. İşi yapan canavarlar da dünyanı geri kalanı tarafından hep kutsal kişiler olarak görülmüştür. Böyle gelenin böyle gitmemesi ihtimali de maalesef yok.

Sevgili Eduardo Galeano’nun bu kısacık pasajlardan oluşan kitabı genel olarak bunu anlatıyor. Kitabı Türkçemize Süleyman Doğru kazandırmış, 370 sayfalık eseri Sel Yayıncılık da basmış. Teşekkürler hepsine.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir