Ana Ben Ölmedim [Cemalettin Taşkıran]

“Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm.

Yiğit iken ölenlere göğ ekini biçmiş gibi.”

Yunus Emre

Benim de bu dünyada içimi en çok yakan hadiselerden birisi birinci dünya savaşına giden Anadolu’nun öz evlatlarıdır. Kimisi cepheye bile gidemeden türlü hastalıklardan canını vermiş, kimisi savaşta şehid olmuş, kimisi de esir düşerek toplama kamplarında ömür tüketmiş. Yaşları küçük olanlar da var büyük olanlar da. Memleketinin özlemini çeken de var, “dönsem ne bulacağım acaba?” diye şüphe içinde olan da. Bu kitapta anlatılıyor, iki kardeşi kanal savaşı sırasında şehit olan küçük kardeş esir düşüyor. Savaştan sonra da “neden döneyim ki, abilerim öldü, bu acıya nasıl dayanırım” diyerek Amerika’ya gidiyor. Yine aklıma gelmişken yazayım, Rusya’da esir düşenlerden 1030 tanesi Japonya’ya gönderiliyor. Japonlar da bu esirleri memleketlerine ulaştırmayı görev ediniyorlar. Kurtuluş savaşı sırasında, Midilli yakınlarında Yunanlılar tarafından durduruluyor gemi. Yıllarca esaret altında yaşamış ve vatana kavuşma heyecanı içindeki esirler yeniden esarete düşme tehlikesi ile karşı karşıya kalıyorlar. Ne kadar kötü bir durum. Japon subay müsaade etmiyor fakat bu duruma. “Benim görevim bu insanları İstanbul’a ulaştırmak” diye direniyor. Aylarca direniyor Midilli açıklarında. Sonunda tarafsız bir yere, İtalya’ya gitmeye ikna oluyor da emanetleri istemeye istemeye oraya bırakıyor. Savaş bitince de kalanlar memlekete ulaşıyorlar.

Cemalettin Taşkıran, mükemmel bir çalışmaya imza atmış. Vatan savunması sırasında esir düşen atalarımıza vefa borcunu ödemek için titiz bir araştırma yürütmüş. Hangi cephede kimlere esir düşülmüş, esirler nerelere götürülmüş, buradaki şartları nasılmış, buralarda kimler hangi sebeplerle şehit düşmüşler, geriye dönenler nasıl dönmüş, esir sayısı ne kadarmış? Araştırmaya başlarken yüz bin civarında esir olduğu düşünülürken kitabın sonunda esirlerin sayısının iki yüz binin üzerinde olduğu bilgisine ulaşmış Taşkıran. Şimdiye kadar İngilizlere esir düşenlerin bilinçli olarak kör edildiğini okumuştuk çeşitli kaynaklardan. Milli mücadele sırasında dahi bu konu gündem olmuş, mecliste konuşulmuş. Taşkıran’ın araştırması beni biraz ferahlattı zira anlatıldığı kadar vahim bir tablo yok bu açıdan. İngilizlere esir düşenler genelde iyi muamele görmüşler, kamp şartları fena değilmiş. Bazı Ermeni doktorların kasten esirleri kör etmiş olma ihtimali var diyor Taşkıran fakat bilinçli bir şekilde esirleri kör etme durumu yok. İngilizlere, Fransızlara esir düşenlere iyi bakılmış. Asıl büyük sıkıntıyı Ruslara esir düşenler çekmiş.

Savaşta İngilizler 134 bin, Rusya 65 bin, Fransa 2 bin esir almış. Bunlardan en kötü durumda olanlar Ruslara esir düşenlerdir. Esir düşenlerin büyük bir çoğunluğu kamplara götürülürken yoldaki kötü şartlardan dolayı şehit düşmüşler. Öyle ki, trenlerle götürülürken bir vagona balık istifi doldurulup unutulan esirler bile olmuş. Günler sonra kapılar açılınca sadece birkaç tanesinin hayatta olduğu anlaşılmış. Gidilen yerlerde de kötü hava şartları ve gıdasızlıktan ölenler olmuş. İngilizlere esir düşenler daha iyi muamele görüyorlar. Günlük gıdaları temin ediliyor, doktor kontrolü sağlanıyor, esirlere yetersiz de olsa maaş bağlanıyor, banyo-tuvalet ihtiyaçları temiz bir şekilde giderilsin diye tedbirler alınıyor. İngilizler yüz binin üzerindeki esirleri Hindistan, Burma, Mısır, Kıbrıs, Malta ve Irak’taki kamplara yerleştiriyorlar. 1921-22 yıllarında çoğu vatana iade ediliyor fakat 1926 yılına gelindiğinde dahi henüz memleketine dönememiş esirlerin mevcudiyeti de biliniyor.

Bu vatanı bize bırakanlar için en azından bir vefa borcumuz var ve bu borcu kadir kıymet bilerek ödeyebiliriz ancak. Bu da çalışmayla, üretmeyle olabilecek bir şey. Cemalettin Taşkıran da sağolsun, bu titiz araştırmayı yaparak tarihimizin karanlıkta kalan bir alanını kısmen de olsa aydınlığa kavuşturmuş. Allah gani gani rahmet eylesin her birine. İki yüz binin üzerindeki bu esirlerin büyük bir çoğunluğu vatanına dönemeden gurbet ellerde, acı içinde ruhlarını teslim ettiler. Ruhları şad olsun.

Türkiye İş Bankası’nın redaksiyona tabi tutmaksızın basmış olduğu bu eser 423 sayfadan oluşuyor.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir