Mendil

Otobüs durağına doğru yürüyorsun. Arkadan davul zurna sesleri geliyor. Caddenin yukarısından bir grup çocuk davul zurna eşliğinde halk oyunu gösterileri yaparak iniyorlar. Yetiştirme yurdu çocuklarının halk oyunları gösterisi günü imiş. İnsanlar kaldırımların kenarlarında toplanmış gösteriyi izliyorlar. Sen durağa doğru hızlı adımlarla gidiyorsun. Davul sesleri seni takip ediyor arkandan. Yetiştirme yurdunda büyümek zor olmalı. Çocukların haline bir yandan üzülüyor bir yandan da takdir ediyorsun onları sosyal faaliyetlerde bulunmaya teşvik edenleri. Sana doğru ve gösterilere doğru bir baba oğul geliyor karşıdan. Bir baba, gözleri görmüyor. Elinde bir paket kağıt mendil var. Kalabalığa doğru mendilleri sallayarak almalarını talep ediyor. Çocuk babasının elinden tutmuş, etrafa bakıyor. Yedi-Sekiz yaşlarda. Babasının elinden tutmuş. Aralarındaki tek bağlantı elinden tutuyor olması. Çocuk her yerde çocuk. Her şart altında çocuk. Meraklı gözlerle oynayan çocuklara, davul zurna çalanlara, mağaza vitrinlerine ve insanlara bakıyor. Aklından neler geçiyor kimbilir. Babası kalabalığa doğru ilerliyor. Birkaç mendil daha satabileceğini ümit ediyor olmalı. Çocuk, oynayanlara bakıyor. Oyuncular kalabalığa. Sen çocukla babasına bakıyorsun. Tüm çocuklar için aynı dileği içeren bir mısra geliyor aklına:

Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
                 göre-
                        -ceğiz…

     Güzel ve güneşli günler göreceklerini ümit ediyorsun. Yetiştirme yurdunun çocukları için ve görme özürlü babanın çocuğu için.

     Çocuk etrafını izliyor. Babasının ne yaptığını biliyor ama içerisinde oldukları durumla ilgili pek fazla bilgisi yok gibi. Şimdilik yaşı küçük ve gerçeklerden olabildiğice uzak. Bütün çocuklar gibi. Yaşadıklarını belki de bir oyun gibi tahayyül ediyor. Babası ile çıkıp dışarıda geziyorlar. Babası mendil satıyor. Bir babası var, yetiştirme yurdunda kalmak zorunda değil. Fakat babası göremiyor. Kendisine bakabilmek için mendil satmak zorunda. Evine ekmek götürebilmek için…Mendil…

“Hani şimdi bizim soframıza
                                 haftada bir et gelir.
Ve
çocuklarımız işten eve
                            sapsarı iskelet gelir.. “

     Adamla çocuğa doğru ilerliyorsun. Adamı durdurup bir tane mendil istiyorsun. “Kaç lira bir mendil?”, “Yirmibeş Kuruş”. Bozukluğu uzatırken hesap yapıyorsun. Günde yüz tane satsa, günlük yirmibeş lira eder. On lira maliyeti olsa aylık dörtyüzelli lira. Kirada oturmuyorsa, evde başka çocuklar yoksa, her Allah’ın günü çıkıp aynı miktarda satabiliyorsa. Matematik ne kadar sıkıcı bir bilim. Neticede o çocuk çalışacak. Alışverişin farkında değil çocuk, halk oyunlarını izliyor. Babası ikaz ediyor: “Paraya bak oğlum, üzerini vermezsen çok ayıp olur, paraya bak, kaç lira”. Çocuk başka bir dünyada, çocuk dünyasında. Erken çıkacak bu dünyadan. Çocuk dünyası birkaç sene içinde kurtlar sofrası ile yer değiştirecek. Eve ekmek götürme sorumluluğu onun da omuzlarına binecek. Babası görmüyor, babasının gören gözü olacak. Ailesinin gören gözü olacak. Sofralarına haftada bir et gitsin diye didinecek. Peri masalı gibi seyrettiği ışıklı caddelerdeki mağazalara başka gözlerle bakacak. Bir müddet sonra belki yalnız satacak mendilleri, sonra başka bir iş bulmak zorunda kalacak. İşten eve sapsarı iskelet gelecek. Çalışacak, çabalayacak. Dünyanın bin türlü kötülüğü ile de mücadele edecek bu esnada. Bir ihtimal kazanacak, bir ihtimal kaybedecek. Sen aynı şeyleri temenni ediyor olacaksın onun için de, tüm diğer çocuklar için de. Güzel günler göreceğiz çocuklar. Motorları maviliklere süreceğiz. Işıklı maviliklere.

     Durağa doğru ilerliyorsun onları o kalabalığın içinde bırakarak. Hayat acımasız bir çark. Her gün başka birilerini öğütüyor dişlilerin arasında. O çocuk gibi binlerce çocuk var. O yetiştirme yurtları binlerce çocuk barındırıyor. Hepsinin bambaşka hayatları olacak. Kiminin adı bile duyulmayacak, kimi kötü, kimi iyi haberlere konu olacaklar. Görme özürlü babanın çocuğuna üzüldüğün kadar kimsesiz çocuklara da üzülüyorsun. Bir babaya sahip olmak için milyonlarca mendil satmaya razı olacak o çocuklara da üzülüyorsun. Ne yaparlarsa yapsınlar yaşamları boyu gölgeleri kadar kendilerini izleyecek olan burukluğu düşünüyorsun. Görme özürlü adamın kaygılarını düşünüyorsun. Çocuğun herşeyden habersiz masumluğunu düşünüyorsun. Otobüse binip arkaya doğru ilerliyorsun. Uzaktan davul sesleri geliyor. Davulun sesi uzaktan hoş geliyor.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

6 thoughts on “Mendil

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir