Kökler Dergisi

Otu çek köküne bak demiş atalar. Her ne kadar modernizm bize geçmişiyle, tarihiyle, kültürel değerleriyle ve diniyle bağlarını koparmış, düşündüğü için var olan ve kendi ayakları üzerinde durabilen; birey olabilen bir insan tipini dayatıyorsa da biz yine de geleneklerimizden ve değerlerimizden sıyrılamıyoruz. Yine de otu çekince önce köküne, kökenine, kömecine bakıyoruz. İnsanları kategorize etmiyor, toplumu sınıflara ayırmıyoruz fakat bu yozlaşma ortamında bizi biz yapan değerlerimizle karşılaştığımızda şöyle bir içimiz titriyor.

Kökler dergisi elime geçtiğinde ben de böyle bir titreme yaşadım; Faruk Nafiz’in dediği gibi yere diz çöken bir zeybeğin kalbimizi titretmesi, bir köylümüzün kıvrılmayan belinin bize zevk vermesi gibi ben de mutlu oldum, kıvanç duydum…

Malatya Kent Konseyi’nin gençleri oturmuş düşünmüşler. Bizi biz yapan değerler nelerdir, bütün dünyanın küresel bir köy, bütün dünya insanlarının da karbon kâğıdıyla çoğaltılmış gibi birbirinin kopyası olmaya başladığı bir zamanda bizi onlardan farklı kılan bir şeyler olmalı demişler. Geçmişimizle bağlar kurmamızı sağlayan, geleneğimizin can damarlarını oluşturan dedelerimizi, ninelerimizi bulmuş ve onlarla röportaj yapmışlar. Bununla yetinmemiş, röportaj halkalarına yine bizi biz yapan değerlerden olan kişileri eklemişler. Berberinden ayakkabı tamircisine, otobüs şoföründen imama kadar bir dizi insanı tanıtmışlar bize.

Dergi, modernizme karşı duruşu açısından çok başarılı. İnsanların tek-tipleştiği bu zamanda egemen Batı kültürü karşısında çeşitli özellikleriyle durabilmiş olan; kelaynaklar gibi koruma altına almak değil, örnek alıp yollarında yürümek gereken insanların portrelerini çiziyor.

Tarhanası dağınık gelinler

Mesela ev hanımı portresi altında 75 yaşındaki bir teyzemizin röportajı var. Misafirperverlik gibi içi boşalmaya yüz tutmuş bir kültürel hassamızdan bahsediyor öncelikle teyzemiz: “Eve gelen misafire ‘Karnın aç mı? Yemek hazırlayayım mı?’ diye sormak çok ayıp sayılırdı. Evde ne varsa hazırlanır, sofra kurulurdu. Açsa yer, değilse yemezdi.”

Yine ekleyip “tek-tip gelinlerimiz var artık” diyor nine, “hepsinin de tarhanası dağınık.” Çalışıp gelir sahibi olmak isteyen, kazandığı aslında aile bütçesine çok da faydası dokunmayıp tam tersine anne ilgisinden mahrum büyüyen çocuklara ve psikolojisi bozuk nesillere sebep olan kadınlarımız. Tarhana yapmayı bilmezler bilmemesine ama yapmaya kalkışsalardı da dağınık olurdu. Teyze, “kreşte yetişen çocuklar ailelerinin örf ve adetlerini bilmiyor” derken adeta can damarından yakalamış oluyor mevzuyu. Modernleşirken geleneği yitirmek, ailesinden kopuk büyüyen çocuklar vasıtasıyla gerçekleşiyor.

Kibirli olmaktansa ezilmek, saygısızlığa tahammül etmek daha iyidir

Süper marketlerden aldığımız bir kilo meyvenin buralara gelene kadar hangi aşamalardan geldiğini, ne emeklerle bu hale geldiğini anlatan, bize emeği ve yüzyıllardır emeğe verdiğimiz değeri hatırlatan çiftçimiz, emek sarf edilmeden çok kazanmayı ideal edinmiş insanlara sesleniyor. “Çok kazanmak değil önemli olan, önemli olan helal kazanmak” diyor ve insanların açgözlülüğü yüzünden sofralarımızdan bereketin kaçtığından yakınıyor.

Ahilik kültürünün temsilcilerinden olan, her şeyin makineleştiği ve kullan-at kültürünün artık hâkim olduğu bu zamanda modernizme direnen ayakkabı tamircimizin yine unutulmaya yüz tutmuş çıraklık geleneği ile ilgili hatıralarını aktarıyor dergi. Alnının teriyle kazancını sağladığı elli yıl boyunca doktor yüzü görmemesi acaba rızkını helalinden kazanmasının mükâfatı mı diye düşünmeden edemiyor insan. Allah afiyet versin ayakkabıcı amca diyorum içimden.

Modernizmin karşısında elif gibi dik durmak sorumluluğunu hisseden, popüler kültürün bizleri uzaklaştırdığı değerleri çocuklarımıza yeniden kazandırmak için ilk öğretmenlik günündeki heyecan ve ümidini otuz beş yıldır yitirmeden mesleğini sürdüren öğretmenimiz derginin bir diğer portresi.

Aldığı paranın ne kadar çok olduğunu, bitmek bilmediğini anlatan otobüs şoförü en çok insanların sabırsız ve saygısız oluşlarından yakınıyor. “Hızlı gitsen dert, yavaş gitsen dert, konuşsan dert, sussan dert” diyor. Kimseler anlayışlı olmasa da halinden şikâyetçi değil şoförümüz. “Kibirli olmaktansa ezilmek, saygısızlığa tahammül etmek daha iyidir” diyor.

Derginin bir diğer güzel özelliği ise gençler tarafından hazırlanmış olması

Herkesin daha fazla para kazanma derdiyle insanlığı unutmaya başladığından yakınan berber, yerdeki ekmeği öpüp başına koyan bir toplumken her gün tonlarca ekmeği çöpe atışımıza anlam veremeyen fırıncı, gençlerin Kur’an’dan, Peygamberden, sahabeden önce senaryolara sıkışmış televizyon kahramanları ile tanıştığını ve camilerin gençler tarafından rağbet görmediğini anlatan imam, yıllarca gurbetten sılaya sevgi köprüsü olmuşken şimdi kredi kartı ekstresi ve mahkeme tebligatlarından başka bir şey taşımadığına üzülen postacı ve “sahibine benzemeyen mal haramdır”, “her sabah besmeleyle açılır dükkânımız/ Ahi Evran’dır pirimiz üstadımız” diyen, ilerlemiş yaşına rağmen evinin parkesinden sandalyesine, eşin dostun Kur’an rahlesinden beşiğine kadar kendi elleriyle yapmaya devam eden marangoz derginin belli başlı portreleri, kahramanları. Hepsinin ortak özelliği bizden olmaları, bizi yansıtmaları, bizi biz yapan değerleri taşımaları. Helal kazanma, insanlara karşı hoşgörülü olma, diğerkâmlık gibi bugün artık “saflık” kabul edilen değerleri taşıyor olmalarıyla örnek olmaları.

Malatya Kent Konseyi’nin hazırlayıp ücretsiz olarak hemşehrileri ile paylaştıkları bu derginin bir diğer güzel özelliği ise gençler tarafından hazırlanmış olması. Geçmişe sahip çıkanların gençler olması çok manidar. Kent Konseyi Gençlik Meclisi’ne teşekkür ediyorum bana bu duyguları yaşattıkları ve yozlaşmanın karşısında duran birilerinin olduğu ümidini verdikleri için. Daha önce benzerine rastlamadığım bu çalışmaların benzerlerini başka illerdeki başka gençler de yaptıkça, Malatya Kent Konseyi de Kökler’i devam ettirdikçe, “direniyoruz, henüz tüm burçlarımızı fethedemedi düşman” düşüncesiyle Âkif’in dediği gibi diyeceğim:

“Âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.”

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir