Elveda Ramazan

Ramazan kayıp gidiyor avuçlarımızın arasından, bir çocuğun elinden uçmak üzere olan bir balon misali. Canlılık kayboluyor günlerimizin gözlerinden. Okuduğumuz Kuran’ların sayfaları sonlarına yaklaştı. Hatimler tamamlanıyor, dualar sona eriyor. Ramazanın başladığı günlerdeki o “Merhaba” heyecanı yavaş yavaş yerini bir “Elveda” hüznüne terk ediyor. Şehrayin siliniyor ufuklardan, gün dönüyor.

Uzun yaz günü boyunca susuz kalmış olan insanın suyu nasıl hasretle içtiğini gördük, yaşadık, müşahede ettik. Uzun yaz günü boyunca susuz kaldık, kuytulara, gölgelere, uykulara sığındık. Dünyadaki tüm susuzların neler çektiği konusunda bir parçacık da olsun düşündük. Önce kendi susuzluğumuzdan yola çıktık. Sonra kızgın güneşin altında çalışıp ekmeğini taştan çıkaranları düşündük. Ekmeğini taştan çıkarırken oruç olanların halini düşündük. Sonra iftar vaktinde dolu bardağımıza bakarken içecek temiz su bulamayan milyonlarca Pakistanlıyı düşündük. Gözyaşlarımızı kendi şükrümüz için mi kardeşlerimizin acısı için mi yoksa imtihanımızın zorluğu için mi akıtalım bilemedik. Gündüzler boyu susuz kaldık, susuzluğu düşündük.

Uzun yaz günleri boyunca aç kalmayı gördük. Aç kalmanın ne demek olduğunu anlamaya çalıştık. Bilerek kendimize yaşattığımız bu açlığı “başka çaresi olmadığı için” yaşayanların varlığını düşündük. İftar saatinde annemize, eşimize ne kadar minnettar oluyoruz bizi doyurdukları için. Aç doyurmak ne kadar büyük bir erdemmiş meğerse. Minnet edilecek olan da bambaşka bir merci imiş. Birazcık anlamaya çalıştık uzun açlık saatlerimiz boyunca. Çalışamadık doğru dürüst. Belki düşünme yeteneğimiz bile açlığımıza bağlı olarak azaldı. Açlık çekenin, fakirlik çekenin hali nicedir diye düşündük, hüzünlendik.

Düşünce dünyamız bambaşka boyutlara açıldı. Bağlanan şeytanlar vicdanlarımızın üzerinde kurdukları baskıyı bir nebze gevşettiler. Dünyadaki varlık amacımızı daha iyi düşünme fırsatı bulduk. Diğer zamanlarda az aklımıza getirdiğimiz, Kuran okuma sorumluluğumuz aklımıza geldi. Camileri doldurduk, Mushafları açtık, kalbimiz sebeplensin diye harf harf, kelime kelime içtik kitabımızı. Her ayette biraz daha açıldı göğsümüz, biraz daha kolaylaştı işimiz.

Hep hüzünlenmedik, mutlu da olduk bol bol. İftarımızı açarken içtiğimiz bir yudum su bizi mesut etti. Bir bardak çayın tadı uzun süre içmeyince ne kadar da güzel oluyormuş. Bir lokma ekmeğin en lezzetli olduğu zaman Ramazanmış, bunu öğrendik. Teravih namazı için camileri doldurduğumuz zaman mutluyduk. Günün sonunda bize rızık verene şükretmek için kıyama duruyorduk. Teravih namazı sonrasında çay ocaklarını, bahçeleri doldurup dostlarla sohbet ederek çaylarımızı içmenin tadının bir başka zamanda aynı olamayacağını çok iyi anladık.

Ramazan geçip gidiyor yanımızdan yağlıboya bir tablonun nostaljisine terk ediyor bizi. Trenler var, ağaçlar var, ormanlar var. Hepsinin arkasında sinsice yatan ve tüm tabloya hakim bir geçmişlik kokusu var. Ramazan artık geçmiş oluyor, bitmiş oluyor, hey gidi oluyor. Bizler kalakalıyoruz olduğumuz yerlerde izleyici sıfatile. Ramazan geçiyor, elimizde mendilimiz, bir iki damla gözyaşı. Uğurluyoruz kendimizce.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan