Can Ne?

Can nedir diye soruyor Mevlana. Bir sevgiye, bir sevgiliye harcanmadıktan sonra canın ne değeri, ne kıymeti var diye de sürdürüyor sorusunu. Aynı şekilde Fuzuli de “Canımı canan eğer isterse minnet canıma; Can nedir ki kurban etmeyem cananıma” diyor. Canını vermek için cananının bir isteğinin bile yeterli olacağını söylüyor böylelikle. Can nedir ki sevginin, sevgilinin yanında diyor ikisi de. İki şair de tasavvuf menşeli oldukları için kast ettikleri sevgili de yüce Yaradan tabi ki.

Can nedir ki? Allah verdi canımızı sırayla, sonra da yine sırayla alıyor başka bir boyuta geçiriyor. Ete kemiğe bürünüp kendimizi Ahmet, Mehmet vs. zannediyoruz. Özde hepimiz Allah’ın bize verdiği o canlardanız. Etin kemiğin ne önemi var ki. Eninde sonunda toprağa karışıp gidecek olduktan sonra.

Toprağa karışma şekillerimiz de değişiyor kişiye ve sıraya göre. Kimi yatağında veriyor canını kimisi bir dağın başında. İzleyiciler için o can veriş, kendileriyle özdeşleştirdikleri zaman bir anlam ifade ediyor. Can verenin yaşına ve durumuna göre, ölenin yerine kendisini ya da eşini, dostunu, akrabasını koyuyor insan. Ne kadar başarılı olursa bu duygudaşlıkta o kadar kahrediyor kendisini.

Memleketimizin son zamanlarında birer birer canlar veriliyor. Hepsi Allah’tan geldi, Allah’a gidiyor fakat gidiş şekillerinde üzüntü verici ayrıntılar oluyor özdeşleştirme yapılınca. Bir genç, vatani vazifesini yaparken, henüz hayatının ilkbaharını yaşıyorken bir de bakıyorsunuz hain bir kurşunun hedefi olmuş, terk etmiş canı, toprağa düşmüş. Bir polis, bir asker, bir vatan evladı ardında gözü yaşlı eşler, analar, babalar ve en kötüsü evlatlar bırakarak düşüyor toprağa. Şehit oluyor, Allah için, Allah rızası için şehit oluyor belki ama yine de o can verişteki ayrıntı, o geride kalanlar. İnsan üzülmeden edemiyor. İnsan olduğu için.

Bir ülkeden yüzbinlerce insan vatanlarında savaş var diye terk-i diyar ediyorlar. Kalkıp başka bir memlekete sığınıp aç, sefil, perişan sürdürüyorlar hayatlarını. Sonra bir deniz daha ötede daha insanca yaşamak ümidiyle açılıyorlar denize. Bir çocuk, daha hayatında doyasıya gülmemişken bir bakıyorsunuz ki bir deniz kenarında; başkalarının eğlendikleri bir yerde teslim etmiş canını, uzanmış yatıyor, masum. Sonra biz de buradan bakarak ağlıyoruz. Kendi evladımıza bakıp ağlıyoruz, kendi insanlığımıza bakıyoruz ve yine soruyoruz “Can ne?” diye.

Can nedir ki. Bir gün varsın, bir gün yoksun. Bugün varız, bir gün yok olacağız bu boyutun ölçüleriyle. Geride kalacak olan, başkalarının hatırında bıraktığımız birkaç görüntü. Onlar da yok olup gidecekler bir süre sonra. Dünya insanlarının bugüne kadar yaşamış ve unutmuş olduğu tüm trajik yok oluşlar gibi unutulup gidecek tüm üzüntüler. Boyut değişecek, ayrılıklar unutulacak, ayrıntılar anlamsızlaşacak. Ama işte şu zamanında dünyanın, yitirilenleri görüp, yitiriliş şekillerine bakınca sormadan edemiyoruz. “Can ne?” diye.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir