Yüzbaşı Selahattin’in Romanı

Bu kitap öncelikle bir roman değil. Adı roman olsa da bir Türk subayının Osmanlı’nın yıkılış, Türkiye’nin kuruluş dönemlerindeki hatıralarını içeriyor. Yüzbaşı Selahattin’in Anıları denseymiş daha iyi olurmuş. Bir devrin kapanış başka bir devrin açılışını anlatması hasebiyle Cumhuriyet tarihi açısından önemli bir eser. Selahattin Bey’in askerliğe ilk başladığı dönemlerde yaptığı gözlemler Osmanlı’nın nasıl çürümüş bir halde olduğunun ispatı. Balkan savaşlarına gitmekte olan bir ordunun talimden uzak, mühimmattan yoksun oluşu okurken insanın içini acıtıyor. Koskoca bir Osmanlı, bir rüyanın kötü bir şekilde sona ermesi gibi acı bir şekilde yıkılıp gidiyor. Fatih’lerin torunlarının düştüğü haller anılarda gözler önüne serilmiş. Azınlıkların zor dönemlerdeki davranışları da gözlemcinin ağzından aktarılarak döneme ışık tutuyor. Rum balıkçılar orduyu taşıyan gemilerin kıyıya yanaşmasına zorluk çıkarıyorlar, gayrimüslim esnaf askerlere bir şeyler satmamak için çaba gösteriyor ve benzeri olaylar.

Yeterince üzerinde durulmamış bir savaş olan Balkan savaşları Osmanlı tarihi açısından trajiktir. Akıncıların torunları apar topar Anadolu’ya doğru kaçmış, yolda bin bir mezalimle, katliamla, ırz düşmanlığı ile karşılaşmıştır. Çocuklar anne babalarından ayrı kalıp kaybolmuş, askerlere yapışmışlar “beni bırakma” diyerek ağlayarak. Ne üzücü bir ricattır bu. Selahattin Yurtoğlu da hatıratında bu hadiselere yer vermiş. Savaşta vuruluyor Selahattin Bey, yaralı halde geri geri giderken ızdıraptan silahını kafasına dayayıp sıkıyor fakat silah boş çıkıyor. Zaten o dönemin subaylarının çoğunun savaşlarda nasıl öldüğünü sayılarla anlatmış yazar. 463 mezun veren askeri okul 20 sene sonra 1930 senesinde 54 kişiye düşmüş. Ki düşünün, yaşları daha 40 bile değil. Kitabı okurken çoğu yerde gözyaşlarıma hakim olamadım.

Hatıraların başında genç teğmen beş vakit namazında niyazında, Almanya’ya kendisini göndermek istediklerinde sırf şapka takmamak için bunu reddeden birisi. Dar düşünüyormuşum diyor o zamanlar için. Sonrasında birinci dünya savaşı yılları başlıyor. Savaş sebebiyle görev yerlerine giderken Anadolu’nun çeşitli yerlerini görüyor teğmen Selahattin. Kendi vatanımızda kiracıyız diyor oradaki halkın sıkıntılarını, Türk milletinin azınlıklar tarafından ezildiklerini gördükçe. Kendi vatanımızda kiracıyız ama dünyanın en güçlü devletlerine savaş açmışız diyerek hayıflanıyor sık sık. Namaz konusu ikinci kitapta devam edecek mi acaba diye merak ediyorum ayrıca.

Ağlama meselesi var bir de. Sık sık ağladığından filan bahsediyor Selahattin Bey. Gerçekten de, savaş binlerce acıyla dolu bir şey. Allah kimseye vermesin. Gözyaşları içerisinde ağlaya ağlaya savaşmışlardır insanlar eminim. Allah hepsinden razı olsun. Kitabı okurken, daha önce de dediğim gibi, ben de ağladım bazı yerlerde. Bazı yerlerde de üzüldüm. İmkansızlıklar, çaresizlikler, kötü idare, yanlış karar ve politikalar… Diyarbakır’da birkaç gün kalıyorlar ve kaldıkları yerdeki birisi daha önce oraya gelen Japon subaylardan bahsediyor. Dünyanın bir ucundan gelen Japonlar Diyarbakır’ı alt üst edip sürekli bilgi toplamışlar. Bizim askerler ancak yatıyorlar o vakitte. Çalışkanlık başka bir meziyet. Anadolu’yu bırakarak başka memleketlere gidip binlerce askeri şehit vermek ve Anadolu’yu kaybetme riski ile karşı karşıya kalmak da ayrı bir akılsızlık. Enver güzellemesi yapanların bunu da düşünmesi gerekiyor. Enver’in samimiyeti ve milli duyguları çok yüksek fakat feraset… Tartışılır.

“Emin Bey o sıra Sivas milletvekiliydi. Birçok kötülük ve hırsızlık hikayesi anlattı. Rum, Ermeni ve soysuz bir Türk azınlığın zenginleştiğini, buna karşılık çoğunluğun akla sığmaz sefalet içinde yaşadığını acı örneklerle dile getirdi.
Halil Paşa:

Peki bunları Enver Paşa’ya söylemediniz mi?

Hepsini Enver’e anlattım. Beni dinledikten sonra dedi ki: ‘Emin Bey bunların hepsi dedikodudur. İttihat ve Terakki Hükümetini yıkmak isteyen fena fikirli, ihtiraslı kimselerin uydurmalarına sen de mi inandın. Sana teessüf ederim.'”

Savaş sırasında iki defa İstanbul’a gidiyor Selahattin Bey. Oradaki asker ailelerinin sefalet içinde yarı aç yarı tok yaşamalarına şahit oluyor. Bazılarıysa lüks ve debdebe içerisinde yaşamaktadırlar. Enver’in sarayının günlük yağ sarfiyatının 43 kilo olduğunu hesaplıyor bir yerde. Lüzumsuz yere girilen bu savaş, boş yere dökülen Türk kanı insanın kanına dokunuyor ister istemez. Selahattin Bey çeşitli vazifelerde ve cephelerde savaşarak birinci dünya savaşından çıkıyor. Kitabın sonunda savaş bitmiştir ve 20 yaşında bir teğmen olarak başladığı macerası 25 yaşında madalyalar sahibi bir yüzbaşı olarak devam etmektedir. Milli mücadele esnasında ne yapacak acaba? İkinci kitabı okumak lazım bunun için.

İlhan Selçuk’un yayına hazırladığı Selahattin Yurtoğlu’nun anılarının birinci kitabı Remzi Kitabeci tarafından basılmış. 438 sayfa.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir