Rüzgâr Ateş Gibi Yakıyordu [Metin Aktaş]

Metin Aktaş’ın 432 sayfalık romanı “Rüzgâr Ateş Gibi Yakıyordu” Emeviler döneminde yaşayan hadım bir kölenin hayat hikayesinin içerisinde Emeviler döneminin subjektif bir tarihini içeriyor. Subjektif diyorum zira tarih aktarılırken yaşanılan dönemlerin sosyal hayatlarına pek yer verilmez, sadece savaşlar ve siyasi hadiseler aktarılır. Yazarın romanındaysa savaşlarla birlikte dönemin olaylarına da yer verilmiş ki bununla ilgili bir kesinlikten söz edilemez. Yazarın kitabın başında gösterdiği kaynakçanın bir kısmına ulaşma şansım oldu. Bu kaynaklarda dediğim gibi çoğunlukla siyasi olaylardan, savaşlardan bahsediyordu. Yaşanılanların anlatıldığı gibi olup olmadığı meçhul. Fakat şu da bilinen bir tarihi gerçek ki Emeviler, hüküm sürdükleri dönemde çok büyük zalimliklere imza atmışlar, yoğun bir Arap milliyetçiliği altında diğer milletlere kötü muameleler uygulamışlar. Yazarın anlattığı kadar var mıdır? Allah bilir.

İstanbul kuşatmasından dönen Arap ordusu tarafından esir alınarak hadım ettirilen köle Arad bir Emevi komutanına satılır. Bu arada şunu da söylemeden geçmeyeyim, kitabın baskısı güzel fakat yazım hataları ve imla konusunda o kadar özensiz ki, Arad ismi arka kapağa Azad diye alınmış. O kadar özenmemiş ki Fam Yayınları bu kitap için, okurken yarım bırakmak geçti içimden.

Arad’ın türlü acılarla dolu hayat hikayesini okurken insan ister istemez o yüzyıllarda böylesi hadiselerin gerçekleşmiş olduğunu kabul ediyor ve tüm köleler, cariyeler, hadımlar için ayrı üzülüyor savaşlarda katledilen tüm insanlar için ayrı. Kitabı okurken savaşlarda vahşice katledilen insanların sayılarının doğru olmamasını diledim içimden ve güvenilir bir kaynak olarak gördüğüm Diyanet İslam Ansiklopedisinden teyit etmek zorunda kaldım. Evet, gerçekten de her şehir kuşatmasında, her galibiyette on binlerce insan sırf kendilerine saldıran düşmana direndikleri için katledilmişlerdi. Ne acı.

Kitabın bir yerinde, Emevi saltanatının başkenti olan Dımaşk şehrinde yaşayan köle Arad, kendisi gibi bir köle vasıtasıyla Ebu Zer’in takipçileri ile tanışır.

“Hz. Osman’ın halife olmasıyla Hz. Muhammed’in vefatından sonra başlayan Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’le çözülmeye başlayan Müslümanlık yaşamında ve uygulamalarında köklü değişiklikler yaşanmaya başladı. Çok zengin Mekkeli bir Emevi ailesinden olan Hz. Osman yaşam kültürü gereği makamı, şatafatı, zenginliği, soyluluğu çok seviyordu. Yetmiş yaşında olmasına rağmen hala bakımlı, zarif bir insandı. Hz. Osman toluma soyluluğunu, zenginliğini, asaletini göstermeye o kadar meraklıydı ki dişlerini çepeçevre saran altın bir telle kapatmıştı. Dişlerine doladığı bu altın telden dolayı insanlar ona ‘Altın gülüşlü adam’ lakabını takmışlardı.”

Ali Şeriati, Ebu Zer adlı kitabında da benzeri şeyleri anlatıyordu. Köle Cafer, Arad’a İslam’ın ilk dönemlerini anlatır bir gece, Emevi dönemiyle karşılaştırma yapar:

“İslam’ın ilk yıllarını yaşadığım için İslam’ın ilk ibadet şeklini iyi bilen bir insanım. O dönemde ibadet günde iki kere güneş doğarken ve güneş batarken insanlar evlerinde veya o an bulunduğu yerde, mekânda ibadetini yapardı. O günlerde ibadet bireyseldi yani her insan Allah’a dua ederken istediği şekilde istediği yerde dua eder, istediği dileklerde, temennilerde bulunabilirdi. Peygamber hayattayken ibadet böyle yapılıyordu. Peygamberin vefatından sonra ve daha sonra da Emeviler devleti kurulduktan sonra peygamber dönemindeki ibadet tarzında önemli değişiklikler yaptılar. Eskiden peygamber döneminde kişinin yalnız ettiği dua kötülenerek ‘Cemaatle toplu yapılan dua yalnız yapılan duadan yetmiş kat daha sevaptır’ diye bir hadis uydurularak cemaatle dua etmeyi adeta olmazsa olmaz bir din emri haline getirdiler. Bunun tek bir amacı vardı: Emevi devletinin maaşlı imamlar vasıtasıyla halkın Emevi devletine karşı isyan etmesini durdurmak, haklı her türlü zulme boyun eğecek bir ruh haliyle eğitmekti. Emeviler sadece toplu duayı kutsallaştırmakla kalmadılar, duayı da askeri bir nizama sokarak gerçek içeriğinden uzaklaştırdılar. Binlerce, yüz binlerce insanın bir zorunluluk halinde günün aynı vaktinde mescitlerde toplanarak aynı duaları okudukları ibadet tarzı İslam’ın ilk yıllarında yoktu. Emeviler bu yöntemi Bizans devletinden aldılar. İslam’ın ilk yıllarında her insan istediği gibi, içinden geldiği gibi dua ederdi Allah’a. Binlerce, yüz binlerce insanın günün aynı vaktinde askeri bir nizamla aynı duaları okuması Emevi devletinin ürünü.”

Böylelikle insanın Rabbine yaklaşması olan ibadet esas özelliğini yitirip tekdüze bir toplu harekete dönüştürülüyor. Emevi devleti bunu, insanları mescitte uzun süreler tutarak propaganda yapmak için kullanıyor. İslam’ın ilk dönemlerinde mescitlerde ibadet yapılırken Emeviler büyük camiler yapmayı başlatıyorlar.

Köle Cafer’in anlatısı ara sıra eskiye giderek ara sıra yeniyi anlatarak devam eder. Ebu Zer, Muaviye’nin valiliği döneminde Dimaşk sokaklarında dolaşarak insanları mal biriktirmemeye davet eder. Köleliğin doğru olmadığının, bütün insanların kardeş olduğunu, Müslümana bir günlük ihtiyacından fazlasının caiz olmadığını anlatmaya çalışır. Durum tabi ki tepki çeker. Hele ki vali Muaviye’yi topluluk içinde eleştirince Ebu Zer, Muaviye çileden çıkar. Halife Osman’a şikayette bulunur ve Hz. Osman onun yanına gönderilmesini ister. Halife, Medine’de büyük bir saray yaptırmıştır. Bu durum Ebu Zer’in hoşuna gitmez ve tebliğini ona karşı da sürdürür. Hz. Osman’ın uygulamaları İslam’ın özünden kopmaya başlamıştır. Emevi ailesinin saltanatının temelleri atılıyordur. Hz. Osman’ın bir diğer icraatı da daha sonra halife olacak olan Mervan’ın Peygameberimizin sürdüğü ve ebediyen geri gelmemesini vasiyet ettiği Mısır’dan geri getirerek kendisine yardımcı tayin etmesi.

Burada dikkatimi çeken bir durum da Kur’an konusunda yaşanan ihtilaflar oldu. Hz. Osman döneminde sahabelerin ellerinde olan tüm Kur’an nüshaları toplanıp yaktırılıyor. Tek bir nüsha üzerinden hareket ediliyor, o da Kureyş lehçesine çevriliyor.

“Peygamberin vefatından sonra birçok insan Kur’an’ı toplamaya başladı. Farklı kabileler kendi ellerindeki bu Kuran nüshalarına göre davranıyorlar, ellerindeki Kuran nüshalarını okuyorlardı. Bu konuda Müslümanları arasındaki ilk büyük kavga Azerbaycan’a sefere çıkan Müslüman askerler arasında yaşandı. Dimaşk şehrinden gelen ordularla Irak’tan gelen ordular birleştiği zaman her iki taraf doğru Kuran’ın ellerindeki nüshalar olduğunu söyleyerek birbirleri ile tartışmaya girişti.”

Bu kargaşayı sona erdirmek için Hz. Osman, Hz. Ebubekir’in bir araya getirmiş olduğu tek Kuran nüshasını Hz. Hafsa’dan istiyor ve bir komisyon kuruyor. Hz. Ali’nin elinden de bir nüsha var fakat komisyon bu nüshayı kabul etmiyor.

Ebu Zer’e dönecek olursak. Hz. Osman, Ebu Zer’i uzak bir köye sürgüne gönderiyor ve sahabe burada vefat ediyor. Hz. Osman, kendi döneminde valiliklere akrabalarını getirdiği için, bu valilerin de lüks ve şatafata düşkün, halkı ezen kimseler olduğundan tepki görüyor. Hz. Ebubekir’in oğlu (aynı zamanda Hz. Ali’nin evlatlığı) bir isyan hareketi başlatarak Mısır valisi Abdullah ibni Serh’in azlini sağlıyor. Fakat Mısır’a dönerken Hz. Osman’ın valiye yazdığı mektubu ele geçiriyor isyancılar. Mektupta isyancıların idamını istemiştir halife. Bunu öğrenen isyancılar geri dönüp halifeyi katlediyorlar. Yazar bu mektubu yazanın halife değil Mervan olduğunu söylüyor. Hz. Osman’ın cenazesinin defnine halkın izin vermediği, Hz. Ali’nin gizlice defin yaptığı, halifenin halk tarafından sevilmediği de başka bir iddia.

Kitapta Peygamberimizin vefatı sonrası yaşananlara da yer verilmiş. Tabi burada suçlayıcı bir dil var, bilhassa Hz. Ömer ağır bir şekilde suçlanıyor.

Emevilerin zalimlikleri, milliyetçilik saikiyle yaptıkları anlatılacak gibi değil. Eğer bunlarda doğruluk oranı onda bir civarındaysa bile yazık olmuş o dönemde yaşayanlara. Abdullah bin Zübeyr’in halifeliğini ilanıyla birlikte Emevilerin önemli bir meselesi olmuş bu durum ve Mekke’ye büyük ordularla saldırmışlar. Saldırıların birinde Kabe yıkılıyor. Kitapta geçmiyor fakat farklı bir iddia da şu: Bu saldırı sırasında Kabe yıkılır ve hatta Hacerül Esved üç parçaya bölünür. Kabe aslında bugünkü Petra’dadır ve Abdullah bin Zübeyr bu taşlarla birlikte uzak bir yere gitmeye karar verir ve çok uzaklardaki bugünkü Mekke şehrine gider ve Kabe’yi yeniden inşa eder. Bu da farklı bir iddia işte.

Yazar Metin Aktaş çok yakınımda, Elazığ’da ikamet ediyormuş. Kendisiyle tanışma fırsatı bulursam kitabı hakkında konuşmak isterdim doğrusu. İddialarının başka kaynaklarının da olabileceğini düşünüyorum, ilgi çekici tarihi konular. Her ne kadar özensiz bir yayınevinin eline düşmüş olsa da kendisini ilgiyle okutan bir kitap oldu Rüzgar Ateş Gibi Yakıyordu.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir