Yabancılaşmak

Yabancılaşmak devam eden şeyler için rotadan, durağan şeyler içinse merkezden uzaklaşmak anlamına gelir. Bir insan davranışlarının merkezine şiddeti koyuyorsa, şiddetten uzaklaşması yabancılaşmadır; aynı şekilde merkeze insan sevgisini koyan birisi için insan sevgisini yitirmek de yabancılaşmadır. Malatyalı bir insan için İstanbul yabancı bir memlekettir, İstanbul’da yaşamak zorunda kalınca yabancı hisseder kendini, yaban düşmüştür. İstanbul’u merkeze oturtabilmiş bir Malatyalı için ise Malatya yabancıdır. Yabancılaşma merkez değişiminin yanında rota değişimidir de. Sırat-ı müstakimi rota olarak belirlemiş birisinin haramlarla iştigali yabancılaşmadır, tersi bir şekilde bir günahkârın yönünü kıbleye çevirmesi de günahlara yabancılaşmasıdır.

Örneklerden de anlaşılacağı gibi yabancılaşma sübjektif bir kavramdır. Kişiden kişiye ve durumdan duruma değişir. Merkezi ya da rotayı belirleyenin iradesine göre değişir. Peki, objektif olan ne?

Albert Camus’nun Yabancı adlı kitabını okuduktan sonraki gece uykumdan gözyaşlarıyla uyanmıştım. O kadar vicdanı taşlaşmış bir adam portresi çiziyordu ki yazar, etkilenmemek mümkün değildi. Annesinin cenazesine gidip zerre kadar üzüntü duymadan oradan ayrılan bir adamdı kitabın kahramanı. Yabancılığı kendine, vicdanına karşıydı. Objektif yabancılaşma insanın vicdanından uzaklaşmasıdır. Yukarıda bahsettiğim merkez, objektif açıdan insanın vicdanıdır. Vicdanının sesini dinleyen merkeze yaklaşır, nefsinin sesini dinleyense merkezden uzaklaşır, yabancılaşır. İnsan hilkatinin en temel noktası vicdanıdır. Zalimlik eden, insan öldüren, hırsızlık yapan, zina eden ve bilumum kötü-yanlış-günah saydığımız davranışlarda bulunanlar kendi benliklerine ihanet ederek insan olmanın gereklerinden uzaklaşmakta, kendilerine yabancılaşmaktadırlar.

Yabancılaşmanın bir diğer dikkat çekici örneği topyekûn yabancılaşmadır. Bir toplumun kendi kültürüne olan yabancılaşmasını buna örnek olarak verebiliriz. İslamiyet’in bizim için çizdiği sınırların dışına çıkıp, dışarıda yaşamaya alıştığımız zaman İslam’a yabancılaşmış oluruz. Dinin çizmiş olduğu sınırlar bizim için pek fazla önemli değilse, emir ve yasaklar bizi pek fazla bağlamıyorsa, yetimi korumak, yoksulu gözetmek gibi içtimai, namazı kılmak, orucu tutmak gibi bireysel emir ve yasaklar artık önemini yitirmişse İslam’a yabancılaşmış olduğumuz apaçık söylenebilir. İslam’a yabancılaşmanın ne anlama geleceği konusunda yorum yapmak istemiyorum, Rabbim hepimizi muhafaza buyursun.

Bireylerin ortak oldukları noktadan yani ortak merkezden uzaklaşması da bir diğer örnektir yabancılaşma için. Bizim toplumumuzda aynı kültürel altyapıya sahip, aynı tarihi yaşamış, aynı amaç için mücadele etmiş insanlar bu bütün ortak yaşanmışlıkların yanında teferruat sayabileceğimiz mevzular yüzünden birbirlerine düşman oluyorlarsa birbirlerine yabancılaşmış olduklarını söyleyebiliriz. Kürt-Türk, Alevi-Sünni yabancılaşmasından başlayarak karı-koca, ağabey-kardeş yabancılaşmasına kadar şairin “kardeşler arasına heyhat su-i zan düştü” diye ifade ettiği her türlü merkezden uzaklaşma toplumun temeline yerleştirilmiş dinamitler gibidir.

Mesnevi’nin girişinde Mevlana insanı ney’le özdeşleştirmiş, asli vatanından uzak kalan kamışla ahiret yurdundan uzak kalan insanı karşılaştırmıştır. Vatanından ayrı kalan ney bu yüzden hayat boyu ah-u efgan etmektedir. İnsanın dünya yolculuğu ahiret fikriyle birleştiği zaman bir yabancılaşmadır. Bu dünyaya ait olan bedenin tarafında olmakla ebedi olan ruhun tarafında olmak nefisle vicdan arasında olmaktır ki objektif yabancılaşma inananlar için baki olmayan bedenin tarafında olmaktır.Yabancılaşmanın daha değişik örneklerinden bahsedebiliriz. Kimisi insanı daha iyiye, kimisi de daha kötüye taşımaktadır. Başta söylediğim gibi, yabancılaşma öznel bir kavram olduğu için insanı iyiye mi taşıyor kötüye mi bilmek biraz zor. Bu soruya en doğru cevabı zaman içinde yaşanmış tecrübeler ve insanın kendi vicdanı verecektir.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir