Yarınki Yüzün 3: Zehir, Gölge, Veda [Javier Marias]

Yarınki Yüzün üçlemesi elimdeki bu son ciltle sona eriyor. Bu kadar sürelik bir okumadan sonra (bin sayfayı geçti) benim için de hüzünlü bir veda oldu bu cilt. Kitabın sonuna doğru beni şaşırtan ayrıntı, kitabın ana karakterlerinden olan Peter Wheeler’in gerçek bir insan oluşu oldu. Son sayfalarda bir de fotoğrafı olan Wheeler’e teşekkür etmiş yazar, bitişteki teşekkür kısmında.

“Babam Julian Marias ve doğumundaki adı Peter Wheeler olan Sir Peter Russel’a ayrıca teşekkür borçluyum; onlar hayatlarını bana sunmuş olmasalar bu kitap yazılmazdı. Ruhları bu sayfaların kurmacasında şad olsun.”

Bu, işin rengini değiştirir. Demek ki kitap boyunca anlatılan tarihi hadiseler, 2. dünya savaşı ve İspanyol iç savaşıyla ilgili ayrıntılar gerçekmiş. Gerçek bir karakterin anlatıları ışığında meydana çıkmış bu roman. En azından iskeletini meydana getiren bir çok olay gerçek. Bu durum, kitabı kurmacayla biyografi arasında bir yere yerleştiriyor.

Üçüncü cilt, Zehir, Gölge, Veda üç bölümden oluşuyor. Diğer iki cilde göre biraz daha hacimli, 500 sayfa.

“Bazıları dünyanın anlatıldıkça döndüğüne, olayların anlatıldıkça var olduğuna inanır: oysa olayları, en azından belirli olayları, yani tek tek her insanın başından geçenleri anlatma zahmetine katlanacak birinin çıkması pek düşük ihtimaldir. Olayların çok büyük çoğunluğu olup biter, kayda geçmez; bizim kulağımıza gelenler, olanların inanılmaz derecede küçük bir yüzdesidir. Hayatların ve elbette ölümlerin çoğu zaten başlangıçtan itibaren unutulmuştur ve en ufak bir iz bile bırakmazlar ya da kısa bir sürenin, birkaç yılın, birkaç on yılın, bir yüzyılın sonunda unutulurlar; denin de bildiğin gibi bir yüzyıl aslında çok kısa bir süredir.”

Yağmurlu bir günde, kitabımızın ana karakteri olan Deza’nın kapısı iş arkadaşı olan genç bir hanım tarafından çalınır. Kendisinden bir iyilik istemektedir bu yarı İspanyol yarı İngiliz genç kız. İkisi de İngiliz istihbaratına çalıştıklarını düşünüyorlar fakat Deza bundan tam emin değil. Üstelik kızla tam olarak arkadaş da değil, henüz birbirlerini bir çelişkiden ya da zorluktan kurtaracak bir durumla karşılaşmamışlar ya da birbirleriyle arkadaş olmaya yetecek kadar çok zaman geçirmemişler (dostluğu yaratan şeyler olmamış).

“bazı insanlar asla yetişkinliğe ulaşmaz, ne yaşayışlarında ne de zihinsel olarak; sayıları da giderek artıyor bu baş belalarının; benim onlara hiç tahammülüm yok, dükkanlar, oteller, iş yerleri, hatta hastane ve bankalar bunlarla dolu. Kasıtlı bir şey, toplumlarımızın desteğiyle oluşuyor. Neden bilmem ama, sorumsuz kişiler yetiştirmek işlerine geliyor.”

“Devletin ihanete, rüşvetçiliğe, aldatmacalara, suça, yasadışılığa, komploya, kahpeliğe ihtiyacı vardır. Bu dediklerim olmasaydı ya da yeterli miktarda olmasaydı devletin onları teşvik etmesi gerekirdi, ediyor da zaten. Sürekli yeni suçlar icat edilmesinin nedeni ne sanıyorsun? Eskiden suç olmayan şeyler suç haline getiriliyor ki hiç kimse asla temiz olmasın. Hiçbir önemli olmayan şeyler ve bizi ilgilendirmeyen şeyler de dahil, neden her şeye müdahale edip her şeyi denetlediğimizi sanıyorsun? İhlale ve riayetsizliğe ihtiyacımız var. Kimse yasaları çiğnemezse yasalar ne işimize yarardı? Örgütlenemezdik bile. Devlet yasaların çiğnenmesine ihtiyaç duyar, bunu çocuklar bile bilir, ama bildiklerini bilmezler.”

İkinci bölüm, Gölge adını taşıyor. Burada da Deza, bir kaç haftalık bir izin alarak memleketine gidiyor. Orada kalanlar, bıraktığı gibi değildir. Kendisi de giden Deza değildir tabi ki.

“İnsan başlangıçta biri olmadan ya da birinden uzakta yaşayamayacağını sanır; ilk zamanlar acısı o kadar keskin ve süreklidir ki, sınırsız bir batış ya da sürekli ilerleyen, sonu gelmez bir mızrak gibi hissedilir, kendin fark ettirir, bizi boğar; günün saatlerinin geçmesini bekleriz sadece, saatlerin geçişinin yeni bir şey getirmeyeceğini, bekleyişin bekleyişten başka şey getirmeyeceğini bile bile.”

Son bölüm de Veda adını taşıyor. Şimdi artık gerçek bir kişi olduğundan emin olduğumuz Wheeler ile, şimdi artık gerçek bir muhabbet olduğundan emin olduğumuz bir sohbet gerçekleştiriyor.

“Çağımız yavan, müşkülpesent, ahlaklı geçinen bir çağ. Görülmesi gereken şeyi kimse görmek istemiyor, bakmaya cesaret edemiyor, hele herhangi bir riski hiç göze alamıyor; tedbirli, öngörülü olmaya, yargılamaya kimsenin cesareti yok, önyargıdan hiç bahsetmiyorum bile, o idamlık suç. Artık hiç kimse gördüğü şeyi, çoğu kez gözünün önünde olan, belki konuşulmayan ya ad pek az konuşulan ama yine de gözle görülür olan şeyi gördüğünü kendi kendine bile söylemeye ya da kabullenmeye cesaret edemiyor. Kimse bilmek istemiyor; peşinen bilmek ise dehşete düşürüyor insanları, biyografik ve ahlaki bir dehşet..

İnsanların çoğunun aptal olduğunu unutmamak gerekir. Aptal ve dönektirler, kolay aldanırlar, tahmin edemeyeceğin kadar; üstünde tek bir işaret olmayan, hiçbir direnci olmayan, daima bembeyaz bir sayfa gibidirler.”

Roman tabi ki benim alıntıladıklarımdan çok daha fazlası. Böylesi alıntılarla sözü bitirince haksızlık etmiş olduğum hissi uyanıyor içimde. Mansfield-Kennedy tarikatı esprisi mesela, tahminimce yazar tarafından bulunmuş hoş bir espri. Ölümleri yüzünden farklı olarak anılan insanları ifade ediyor. “Keder yatağına musallat olmuştu” dizesi gibi birçok şiir dizesi, diller arası karşılaştırmalar ayrı bir zenginlik kaynağı olmuş roman için. Javier Marias’ın 500 sayfalık bu güzel eserini diğer ciltler gibi Roza Hakmen dilimize kazandırmış ve Metis Yayınları basmış.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir