Yarınki Yüzün, Cilt 2: Dans ve Rüya [Javier Marias]

Yarınki Yüzün üçlemesi serinin ikinci kitabı olan Dans ve Rüya ile devam ediyor. Bu ikinci ciltte de birincisine benzer bir kurgu var. Birinci romanda olayların büyük çoğunluğu kahramanımız (Jack, Jacques, Jaime, Jabaco) Deza’nın yaşça kendinden büyük bir ağabeyi diyebileceğimiz Wheeler’in evinde geçiyordu. Evde geçiyor derken, tabi ki anlatı İspanyol iç savaşından Avustralya’ya kadar çeşitli yerlere uzanıyor. Lakin, esas itibariyle bir evdeki bir toplantının etrafından anlatılıyor tüm hadiseler. Burada da bir akşam buluşulan bir gece kulübünde geçiyor her şey. Bu sefer JJJJ Deza işini değiştirmiş, yeni patronuyla ve ne iş yaptığını tam olarak kestiremediğimiz İtalyan müşteri ve eşiyle gece kulübünde oturuyor. Tam oturuyor denemez tabi ki, başka ayrıntılar da var.

Anlatının tadına varılan eserlerden birisi. Bu seti okuyup bir çırpıda bitirmek ile ara ara yudumlamak arasında ikilemde kaldım hep fakat güzel hiç bir şey sonsuza kadar sürmüyor ve üçüncü cilde başlamış bulunuyorum. Bu yazıyı yazmamdan belli oluyordur. Evet, anlatının tadına varılan eserlerden birisi. Bu kitabı okurken, insanoğlunun binlerce yıldır en iyi yaptığı şeylerden birini daha doğrusu yaptığı şeylerden en iyisini yine ve yeniden, bir kere daha gözlemliyoruz. Anlatmayı. Yazar, Javier Marias, okuyucusunu karşısına alıyor. Tüm atalarının yaptığı gibi, etraflıca, tafsilatı ile bir olay örgüsünü anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor. Okuyucu, bu büyülü dünyanın içerisinde kaybolup gidiyor dinlerken.

“bile isteye susan kişi, sabırsız ve konuşkan insanları ve rakiplerini mahveder”

“emirleri yerine getirmek, bir şeyi kendi çıkarı için ya da kendi inisiyatifiyle değil, başkasının talimatıyla yapmak insana cesaret verir, onu sorumluluktan kurtarır, hizmet etmek rahatlık, aldırışsızlık, hatta gaddarlık sağlar.”

İlginçtir, bu sıralar okumakta olduğum Arno Gruen’in Normalliğin Deliliği adlı psikoloji kitabında da bilimsel olarak doğrulanıyor bu yukarıdaki cümle. Henüz notlarını çıkarmadım bu kitabın.

“Artık konuşmamak belki eşitlik yaratır, belki nihai susuş bütün zamanların suskunlarını, birinciden sonuncuya ve hemen ardından gelen bir sonrakine bütün suskunları bir anda aynı seviyeye getirir, birbirine benzetir ve onları benzersiz, güçlü bir bağla birleştirir; zamanın tamamı sıkışır, bölünmez, ayırt edilmez, mesafesi hale gelir, çünkü bittikten sonra -herkesin kendi zamanı kendisi için bittikten sonra- anlamı kalmaz; her ne kadar geride kalanlar onu, hem kendi zamanlarını hem de gidenlerin terk ettiği zamanı sanki günün birinde o gidişin çaresi bulunabilirmiş, gidenler geri gelebilirmiş gibi hesaplamaya devam etseler de.”

“Kibirli insanlar çok şanslıdır, hiçbir zaman kendilerini sorumlu hissetmez, vicdan azabı çekmezler, çünkü tamamen bilinçsiz ve sorumsuzdurlar; kendileri açıkça, şevkle aranmış olsalar bile, herhangi bir cezayla karşılaştıklarında, terslendiklerinde şaşırırlar, anlayamazlar; onlar için hiçbir zaman hatalı değildir…”

“İnsanların kendi işledikleri suçları isteyerek unutma kapasitesi, yalnız başkaları nezdinde değil -bu konudaki kapasiteleri sonsuzdur, sınırsızdır- kendileri nezdinde de kanlı geçmişlerini silip atma kapasitesi inanılır gibi değildir.”

“Yavaş yavaş geçti de, çünkü her şey geçer.”

“Korku, Jack. Korku. Sana bir keresinde söylemiştim, korku dünyanın en büyük kuvvetidir, yeter ki insan ona uyum sağlasın, onun içine yerleşsin, onunla barışık yaşasın. O zaman korkudan yararlanabilir, onu kullanabilir, rüyasında bile göremeyeceği kahramanlıklar yapabilir, cesurca savaşabilir, direnebilir, hatta kendisinden daha güçlü birini yenebilir.”

Okumaya doyamadığım bu 293 sayfalık kitabı 2004 yılında bitirmiş yazar. Çevirisi Roza Hakmen tarafından yapılmış. Metis Yayınları tarafından basılmış.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir