Yarınki Yüzün, Cilt 1: Ateş ve Mızrak [Javier Marias]

“Senin yarınki yüzünü, gösterdiğin yüzünün ya da taktığın maskenin ardında var olan ya da biçimlenen ve ancak benim beklemediğim bir anda göstereceğin yüzünü bugün nasıl tanımam?”


Yarınki Yüzün; İspanyol yazar Javier Marias’ın üçlemesinin adı. Birinci kitap olan Ateş ve Mızrak edebi bir şölen sunuyor okuyucusuna. İkinci ve üçüncü ciltleri merak etmeye başladım şimdiden. Kitapta İspanyolca ve İngilizceye oldukça hâkim olan kahramanımız Jacques Deza’nın çeşitli konular üzerindeki düşünceleri ve temas halinde olduğu insanların, bilhassa Peter Wheeler’in, düşünceleri aktarılıyor. Deza’nın İspanyol oluşu sayesinde İspanya tarihinden, İspanya iç savaşı sırasındaki mücadelelerden, bilhassa POUM adlı bir örgüt ve yöneticisi Nim etrafındaki muğlak olay kırıntılarından haberdar oluyoruz. Aslında anlatılmak istenen tüm bu olaylar değil, hayatın ta kendisinin içinde olan gelip geçici ve ilginç ve zamanla sadece kaybolmuş binlerce hadise.


Dilin insanlar için ne manaya geldiğini de araştırıyor yazar, roman boyunca. Diyalog ve monologlar boyunca Deza’nın düşüncesini takip edip iki dil arasındaki ifade farklarını gözlemleyebiliyoruz. İspanyolca bilmediğim için biraz hayıflandım fakat tahmin edebiliyorum bazı şeyleri. Türkçede olan ve İngilizcede olmayan “Siz” hitabı mesela; İspanyolca için de aynı durum söz konusu imiş. Deza hep “Siz” diye sesleniyor karşısındakilere fakat “You” kullanmak zorunda kalıyor. Konuşma ile ilgili Wheeler’in uzun monoloğu kitabın en lezzetli kısmını oluşturuyordu. Tekrar tekrar okunacak kadar harika, upuzun bu bölümde ikinci dünya savaşı yıllarından, bu sıralardaki casusluk olayları ve halkın casusluğa karşı ikaz ediliş biçimlerinden bahsederken bir de bakıyorsunuz Shakespeare ya da Cervantes girip çıkıyor anlatının içerisine.


Kitabın şöyle bir havası var. Wheeler ve Deza bir akşam, Wheeler’in evinde bir davette buluşuyorlar. Davetten sonra ikilinin sohbeti devam ediyor. Sonrasında Deza, yaşlı Profesör Wheeler’in muazzam kütüphanesinde kalıyor ve İspanyol iç savaşının izini sürüyor. Ertesi gün kahvaltıda sohbet devam ediyor. Diğer tüm hadiseler bu iki günün öncesi ve sonrasına yapılan kısa seyahatleri içeriyor.


“İnsanlar kaçınılmaz biçimde gidip anlatır, her şeyi er veya geç anlatır, ilginç şeyleri de, anlamsız şeyleri de, özel şeyleri de, genel şeyleri de, mahrem olanı da, fuzuli olanı da, gizli kalması gerekenleri de, yayılması gerekenleri de, dertleri de, sevinçleri de, hınçları da, hakaretleri de, tapınmaları da, intikam planlarını da, bizi gururlandıran şeyleri de, utandıranları da, sır gibi görünen şeyler kadar sır olması gerekenleri de, bildik olanı da, ağza alınmaz şeyleri de, dehşetli olanı da, aşikar olanı da, temel şeyleri de (aşk gibi), önemsiz şeyleri de (aşk gibi).”


“İkna gücü olan insanların ne kadar tehlikeli olduğunu tahmin edemezsin, onlardan daha aşağılık birine dönüşmeye hazır değilsen. Hayal gücünün daha doğrusu uydurma yeteneğinin onlardan üstün olduğunu düşünmüyorsan, senin çıkardığın kolera salgınının onlarınkinden daha hızlı ve doğru yönde yayılacağından emin değilsen asla bu tür insanlarla çatışmaya girme. İnsanların çoğunun aptal olduğunu unutmamak gerekir. Aptal ve dönektirler, kolay aldanırlar, tahmin edemeyeceğin kadar; üstünde tek bir işaret olmayan, hiçbir direnci olmayan, daima bembeyaz bir sayfa gibidirler; bunu bildiğini zannetsen de tam anlamıyla bilemezsin.”


“Seçme hakkına en çok sahip olanların neredeyse her zaman kötü seçim yaptıkları bilinen bir gerçektir.”


“ mesele kurgu denilen şeyi yaratmak değil, ayakta tutmaktır, tek başına bırakıldığında kurgu devrilir.”


“bir kitap daima bir başkasına, o da ikincisine götürür, hepsi konuşur; merak, zannedildiği nedenlerde değil de yol açtığı bitkinlik yüzünden sağlığa zararlıdır.”


“Karşılıksız ya da amaçsız merak (yani alimlere musallat olan merak) bizi kuklaya dönüştürür, sarsar, savurur, irademizi zayıflatır, ve en kötüsü, parçalayıp dağıtır, dört gözlü, iki kafalı olmadığımıza, hatta her biri dört gözlü iki kafalı çok sayıda kişi olmadığımıza hayıflanmamıza yol açar.”


“Wheeler da spekülasyona ve felsefeye az çok meraklı her insan gibi polisiyelere düşkündü.”


“Bazı insanlar onlara iyi davranmamızı, sadık olmamızı, onları savunmamızı, desteklememizi affetmezler –bir lütufta bulunmaktan, bir beladan kurtarmaktan hiç bahsetmiyorum bile, lütfu gösteren için idam hükmüne bile dönüşebilir bu; eminim sen de kendi örneklerini bulabilirsin. Sevgi ve iyi niyet bu tür insanları küçük düşürür adeta ya da onlara küçümsendiklerini düşündürür.”


“Söylediklerimizi duyduklarımızdan çok daha fazla, yazdıklarımızı okuduklarımızdan çok daha fazla, gönderdiklerimizi bize ulaşanlardan çok daha fazla unuturuz, bu yüzden yol açtığımız kırgınlıkları pek hesaba katmaz buna karşılık kendi kırgınlıklarımızı önemseriz, dolayısıyla hemen hemen herkes birilerine karşı hınç besler.”


“…gerçekten değerli ya da ilginç veya dikkate değer bir şey duyduğun günlerin pek nadir… Hepimizin neredeyse her söylediği, her ilettiği şey uydurma haberdir, doldurmacadır, fuzulidir, bayağıdır, sıkıcıdır, değiştirilebilirdir ve basmakalıptır; istediği kadar “bize ait” olsun, insanlar günümüzün son derece özentili, görgüsüzce deyişiyle istediği kadar ‘kendilerini ifade etme gereği duysun’. Dünyada her gün ifade edilip aktarılan milyonlarca görüş, duygu, düşünce, olgu ve haber ifade edilmese, neredeyse hiçbir şey değişmezdi.”

Alıntılamakla bitiremeyeceğim kadar çok altı çizilecek yer vardı romanda. Diğer ciltler de inşallah böyledir. Teşekkürler Javier Marias bu güzel eser için ve teşekkürler Roza Hakmen, çeviri için. Metis yayınları tarafından basılan eser 336 sayfa. 

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir