Vergilius’un Ölümü [Hermann Broch]

Hayatımda bu kadar sıkıcı bir kitap okudum mu? Kendi kendime kitap boyunca sorduğum sorulardan bir tanesi. Diğerlerinden biri de şu: Bu kadar insanın okuyup beğendiği bu kitaptan ben neden tat alamıyorum? Geri zekâlı mıyım? Cevaplarım da şöyle: Bu kadar sıkıcı bir kitap okumadım zira bu kadar sıkıcı kitapları okumaktan vazgeçip kenara atmış olmalıyım. Geri zekâlılık konusunda da emin olmamakla birlikte beni daha akıcı kitapların sardığını söyleyebilirim. Alman yazarlar bu konuda bana hiç hitap etmiyor.

Bu kitabı bu seviyeye kadar getirmemin sebebi Ahmet Cemal‘e duyduğum saygı. Kendisi (Allah Rahmet Eylesin) bu çeviriyi bitirdikten sonra Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde şöyle demiş: “Tam otuz sekiz yıl önce, onu okur okumaz çevirmeye karar verdiğimde, kafamda tuhaf ve iddialı bir karar da oluşmuştu: Günün birinde, ancak bu kitabı çevirmeyi başardığım takdirde, kendime “çevirmen” diyecektim. Bu karar, asla onca yıl boyunca yaptığım öteki çevirileri küçümseme anlamını taşımıyor. Ama başka hiçbir çeviride böyle bir dil serüveni yaşamayacağımı sanki daha en baştan anlamıştım.”

Hakikaten okurken bile bu kadar zor olan bir eserin çevrilmesi kim bilir ne kadar zor olmuştur? Ruhu şad olsun sevgili Ahmet Cemal’in. Yazar Hermann Broch, Alman bir yazar. 1938’de yazmaya başladığı bu eseri 1945 yılında tamamlayabilmiş. Çevirisi kırk yıl sürmüş. Benim okumam da dört yılımı aldı. Ahmet Cemal kitabın önsözünde de çevirinin kendisi için taşıdığı manadan bahsetmiş uzun uzun. Çocukluk ve gençlik yıllarına da girerek kendisini de bir bakıma hikâyenin içine dâhil etmiş.

Kitap, Romalı Şair Vergilius’un ölümünden önce yaşadığı 18 saatlik bir zaman dilimini içeriyor. Şiirsel bir anlatımı var ki çevirmenin bu kitaba bu kadar değer atfetmiş olmasının sebebi de sanırım şiirsel dili. Vergilius, bir seyahat esnasında rahatsızlanmıştır ve bir yerde konaklamaktadır. Su-Varış bölümü böyle başlar. Adriyatik denizinin tersten esen, hafif, neredeyse fark edilmeyen bir rüzgârla kabarmış… diye başlayan paragraf tek bir cümledir.

“Çünkü aslında hiçbir şey gelmiyordu şairin elinden, hiçbir kötülüğün ortadan kaldırılmasına yardımcı olamıyordu; yalnızca dünyayı ihtişama boğup yücelttiğinde kulak veriliyordu ona, yoksa olduğu haliyle anlattığında değil. Sadece yalan, ünün ta kendisiydi, yoksa bilgi değil!”

İlk sayfalarda altını çizdiğim bu satır kitabın sonraki bölümlerinde daha da önemli hale gelecek zira Vergilius, hastalığının etkisinden olsa gerek kendisini ve sanatını sorgulamaktadır.

“Işık topraktan yücedir ve toprak, insandan yücedir ve her kim ki nefesini sıla kokularında aramaz, o insan sılasına toprakta varıp ışığa dönüş yoluna topraktan çıkmamıştır; her kim ki yeryüzünde ışığı toprağın adına karşılayıp, sonunda ışığa dönüşmüş topraktan gelmedir diye ışığın bağrına basılmamıştır, o insan asla bir şeyler başardım diyemez. Ve toprağın ışıkla, ışığın toprakla kucaklaşıp kaynaşması, hiçbir zaman gecenin iki ucundaki alacakaranlıkta olduğundan daha yoğun değildir.”

“sonbahar göğünün kadife uçsuz bucaksızlığı altında sürüp giden bu olayın da aslında, sonsuz bir şimdi niteliğiyle, zamanın nehrinden çekilip alınması gerekirdi,”

“Çünkü şiir, alacakaranlıkta görebilen bekleyiştir, günbatmının sezgileriyle dolu uçurumdur, eşikte bekleyiştir aynı zamanda hem birliktelik hem de yalnızlıktır, aynı zamanda hem karışım hem de karışım karşısında duyulan korkudur, karışım içersinde kötülükten arınmıştır, uyuyan sürünün rüyası kadar kötülükten uzaktır, ama yine de böyle bir kötülük karşısında duyulan korkudur: ah, evet, bekleyiştir şiir, yola çıkış değildir henüz, ama öte yandan da sonsuz ayrılıktır.”

Daha sonra ikinci bölüm başlıyor. İkinci bölümün adı ise Ateş-Çöküş. 65. sayfadan itibaren başlıyor ateş ya da çöküş. Bu upuzun bölümde hem yatıyor, hem uykuyu düşünüyor hem ölümü. Bir yandan sanatını düşünerek sanat-sanatçı-eser bağlamında upuzun hesaplaşmalara girişiyor. Bir yandan da eserlerinden örnekler veriyor. Tam olarak emin değilim kitapta geçen şiirlerin şair Vergilius’a ait olup olmadığından zira buna dair bir ibare yok. Ölümün arkasından aşk geliyor ve uzunca bir bölüm boyuna aşktan bahsettikten sonra benlikten bahsederek bu bölümü tamamlıyor. Yaklaşık 150 sayfa sürüyor bu bölüm.

Kitabın üçüncü bölümü Toprak-Bekleyiş başlığını taşıyor. Burada sayfa 227’den 429’a kadar şairin çeşitli kişilerle yaptığı konuşmalar var. Vergilius’un hasta olduğunu gören arkadaşları onu ziyarete geliyorlar, doktor çağırıyorlar, onunla sohbet ediyorlar. Sohbetleri neticesinde anlaşılıyor ki Vergilius, Aeneis adındaki eserini yırtmak istiyor. Hâlbuki bu eseri o zamanın imparatoru Augustus’a ithaf edecektir bittiği zaman. Yarım kalmış halini yakmayı planlamaktadır ve bu planını arkadaşlarına açar. Arkadaşları, kendisini istirahate terk edip ona bir doktor gönderirken bu haberi imparatora uçurmakta da gecikmezler. Ve Augustus sahneye çıkar. Bundan sonrası biraz Sokrates diyalogları gibi ya da bir tiyatro eseri gibi. Karşılıklı sanat, eser, ithaf, arkadaşlık ve benzeri konularda konuşulur ve Vergilius sonunda ikna olur Aeneis’i yakmamaya.

Vergilius’un imparator ile konuşması dostça başlar ve gergin bir havada devam eder. Aeneis’i yok etme fikri imparatoru adeta delirtir. Dostluklarının yalan olduğunu, Vergilius’un kıskanç olduğunu söyler. Burada sohbet bir bavulun etrafında sürmektedir. İki taraf da biliyordur bavulda Vergilius’un söz konusu şiirinin olduğunu. Ara sıra gözler bavula kaymaktadır. Bu arada şundan da bahsedeyim ara sıra da depremler oluyor Vergilius’un konaklaması boyunca. Ölümün ayak sesleri mi acaba bu depremler? Her neyse. Vergilius sanatın bir şeyi değiştirmeyeceğine inanmıştır, sanat eseri de bu yüzden anlamsızdır ve yaşamayı hak etmiyordur. İmparator ise bencil bir herif olduğu için ve yönetmeye alıştığı için türlü siyasetlerle eseri alır şairin elinden. Şair kendi rızasıyla vermeyecek olsa elinden alacak bir havası var zaten adamın. Aldığı gibi de toz olur gider. Çok da üzerinde durmaz hasta yatağındaki şairin.

Bu arada şair gerçekle hayal arasında gidip gelmektedir. Değişik kılıklarda insanlar –bir köle, bir sevgili, bir imparator- hayallerine girip girip çıkıyorlardır. Son bir enerjiyle yanında kalan iki dostuna vasiyetnamesini yazdırır şair ve üçüncü bölüm biterek Hava-Eve Dönüş başlıklı dördüncü ve son bölüm başlar. Ölümü karşılamaktadır artık şair. Elli sayfaya yaklaşan bu son bölüm bir seyahatle başlar ve gerçeğin hayalle karıştığı uzun bir anlatı haline gelir.

Hermann Broch’un bu upuzun ve sıkıcı kitabını bitirdiğim için çok mutluyum. Bir daha okusam daha fazla anlamlı olacak benim için, hissediyorum fakat eminim ki böyle bir şeye yeltenmeyeceğim. İthaki Yayınlarından çıkmış olan eser 500 sayfa civarında.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir