Vahye Göre Büyük Zulüm [Said Çekmegil]

Said Çekmegil’in “Vahye Göre Büyük Zulüm” eserinin ana teması Allah’a atfedilen ifadelerin aslında uydurma oluşu. Yazar, sanırım günlük okumalarında rast geldiği bu türlü ifadeleri not almış ve araştırma yapmış. Kaynağının olmayışını görünce de bu eseri kaleme almış. Eserin birinci basım yılı 1989 fakat benim elimde 1992’de yapılan ikinci baskısı var. Eser iyi bir okuyucunun titizliğinin ürünü. Bahsedilen kaynaksız ifadelerin hepsine kitabında yer verdiği gibi yazarlarına da yer vermiş. Hemen hepsi bire bir ilişki kurduğu/kurmuş olduğu, tanıdığı kişiler. Arından da birkaç dergiye verdiği röportajlara yer veren yazar bu eseriyle ilgili basında çıkan eleştirilerle kitabı tamamlamış. Nabi-Nida Yayınlarından çıkmış olan eser 160 sayfa.

Eserin önsözünde zulümden bahsediyor yazar. Zalimliği ve zalimleri tanımlayarak kaynaksız atıfta bulunan zalimleri bunların arasında konumlandırıyor. Yol kesen zalimden kumar oynayana, eşine zulmedenden etrafına zulmedene kadar anlatıyor: “Zalimler var Müslümanım dediği halde, yetişmesinden sorumlu bulunduğu yavrularına, idaresinden mesul olduğu raiyesine sahip çıkmaz; mesela insanın ebedi âlemin yollarını karartan salatsız iyaline ses çıkarmaz, yavrularını; gücü yettiği halde, mensuplarını çirkin ve müstehcen yayınların; müptezel ekranın şerrinden korumaz…”

“İnsan cehaletten kurtulmaya çalışmıyorsa zalimdir; taşıdığı mükellefiyetten habersiz karanlık bir hayat sürdürür. İnsanoğlu yaratıcısının kendisinden ne istediğini araştırmaktan uzakta, gafil bir hayat sürdürüyorsa, haksızlıkların her çeşidine düşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ne olursa olsun salatsız bir kişi ırgatsa tembelleşebilir, doktorsa kasaplaşabilir, öğretmen ya da öğrenci ise robotlaşabilir, mühendis ise hesap kitaplaşabilir. Enerjisini harcayacak yer bulamayan genç ise sporlaşır. Tacirse zekatsızlaşır, muhtekirleşebilir. Hâkimse hakka bağlı hukuk sistemiyle değil de keyfiliklerle karar almaya mahkûm olur, zalimleşir. Hoca ise besmelesizleşir, besmelesiz okur ve okutur; nefsinin ve okuttuklarının gerçek istikbalini karartır. Hangisini anlatalım; zulüm çok çeşitlidir; zalimler çokçadır. Firavun gibi raiyesini rahat sömürebilmesi için grup grup ayıran, nemrut gibi kendini ilahlaştıran, Karun gibi maddesi ile böbürlenen… Neronlar, Niksonlar, Leninler, Hitler ve benzeri zlaimler saymakla bitmez ki.”

“Daha da büyük zulüm: Bir insanın demediğini, dedi demek, en azından yalan olduğu; her söze hemen kanan dikkatsizler arasından adama haksız hasımlar kazandırmış olacağı için zulümdür. Bir âlimin demediğini dedi demek, ilmi yolu zedelediği ve onun razı olmayacağı bir işle meşgul gösterildiği; münevver olmayanların yanında itibardan düşürüldüğü için zulümdür.”

“Zulmün En Büyüğü: Yüce yaratıcımız Allah Teâlâ’nın demediğini dedi demek ise, onun kurtarıcı yolunu, ilmi yöne eğilmemişler yanında, karanlıklar arasında seçilmez hale getireceği ve tebliğlere yanlış istikametler vereceği için olsa gerek, en büyük zulüm olarak belirlenmiştir.”

Böylelikle zulmü tanımlayan ve küçükten büyüğe doğru tasnif eden yazar ardından okuduğu kitaplardan seçtiği 33 örnek kaynaksız söze yer veriyor eserinde. Çok iyi bildiğimiz eserler, Tezkiretu’l Evliya, İrfan Sofraları, İhya-i Ulumi’d-Din, Fihi Mafih, Mevlit, Cevşen bu örneklerden birkaç tanesi.

“Dinini öğrenip o yolda emr-i bilmaruf ve nehyi anilmünker gibi baş ibadeti devam ettirmek varken İslam efkarını asırlarca menkıbelerle, nafile işler üzerindeki tartışmalarla oyalanmak, niyetleri iyi, fakat fıkıhsız emirleri de zulümlere alet etmiş bulunuyor” diyen yazar bu eserleri eleştirirken hatayı tespit ettiği gibi yazarların niyetlerinin iyi fakat metotlarının yanlış olduğunu söylüyor nazikçe.

Buradan sonra yazar, eserlerinden bahsettiği kimseleri ve kimisiyle olan tanışıklığını anlatıyor. Yukarıda da dediğim gibi, kimsenin niyetinden şüphesi yok fakat yanlış gördüğü yerde “yanlış” diye haykırmaktan da geri durmuyor. Necip Fazıl Kısakürek ile hatıraları var, çay sohbetlerinde tartışıp fikir teatisinde bulunmuşluğu var. Bediüzzaman Said Nursi ile hatıraları var hatta Nurettin Topçu, Bediüzzaman ile tanışmak istediğini söyleyince bir sohbetlerinde, Çekmegil koluna girip yanına götürüyor, bu iki mütefekkiri tanıştırıyor. Mehmet Şevket Eygi ile, Sezai Karakoç ile hatıralarını naklederken bir yandan da eleştirilerini yönelterek düzeltmelerini istiyor.

Eser, yazarla yapılan birkaç röportaj ile son buluyor. Değişik dergilerin Çekmegil’e fıkıh, mezhep, sünnet ve daha birçok konu hakkında sorduğu sorulara verdiği cevaplar var.

Özetle söylemek gerekirse kitap çok güzel bir mesaj veriyor okuyucusuna. Bir eser yazan kimse alıntı yaptığı sözlere çok dikkat etmelidir. Okuyucu da alıntıların kaynağını araştırmalıdır. Başka insanlardan asılsız söz nakletmek zulümdür, Hazreti Peygamberden asılsız söz nakletmek daha büyük zulümdür. En büyük zulüm ise sözü Allah’a isnat etmektir ki Rabbimizin sözleri Kuran-ı Kerim’dir. Kuran dışında Allah dedi demek zalimliktir. Bu şuurla ilme yaklaşmak ve derinleşmek gerekiyor aksi halde masal okuyucusu oluruz ve bu okumalar bize bir şey katmaz.

Allah’ın Rahmeti Said Çekmegil’in üzerine olsun. Bize böyle güzel eserler bıraktığı için Allah kendisinden razı olsun. Kitapta dediği gibi: Mağfurdur İnşallah.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir