TV Esiri Vicdanlar

Televizyon ve sinema insan beyninin çalışmasını engelleyen uyuşturucular adeta. Televizyon müptelası toplum gerçekle bağlantısını yitiriyor. Televizyonun olmadığı bir dünyada; “Filistin’de savaş var, insanlar kadın çocuk denmeden katlediliyor” diye bir haber yayılsaydı herkesin tüyleri diken diken olurdu. Fakat bugün televizyonlardan izlediğimiz bu haberler insanlığın icap ettirdiği kadar büyük bir tepki uyandırmıyor halkımızda. Beyinler uzun süredir uyuşturucuya alıştırıldığı için, basit hadiseler gibi geliyor. Sinemalarda izlenilen filmlerden pek de farklı değil yaşananlar. Televizyon ve sinema endüstrisi insanları düşünmekten alıkoyuyor. Türk insanı günlük ortalama 5,09 saat televizyon izliyor. Bu oran hafta sonları daha fazla. Günde 5 saatten fazla vaktini bu aletin karşısında geçiren insanın zombileşmesi tuhaf değil. Bu uyuşturucunun etkisi altındaki bir toplumun fazla ileri gitmemesi de normal. Zira dünyanın geri kalmış ülkelerinden olan Türkiye televizyon izleme açısından bakıldığı zaman açık arayla lider. Dünyada en fazla televizyon bu ülkede izleniyor.

Teknoloji insan eliyle üretiliyor. Televizyon da insan zekâsının bir ürünü. İnsanın kendi eliyle ürettiği bir aletin karşısında pasif durumda olması, aletin insan karşısında aktif olması ne kadar garip. Mantığın kabul etmemesi toplum olarak bu işi vazife edinmemize engel olmuyor. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin halkları kitap okuma rekorları kırarken biz beynimizi her gün bu uyuşturma makinesinin eline bırakıyoruz. Kitap okumama bahaneleri de o kadar çok ki. Herkes vakit darlığından şikâyetçi. Sanki bu günde 5 saat televizyon izleyen insanlar uzaydan gelmiş gibi, kime ne kadar kitap okuduğunu sorsak vakit darlığından şikâyet ediyor. Sonra biz uyurken gelip elimizden vicdanımız dâhil her türlü varlığımızı alıyorlar.

Amerikan film endüstrisi Yahudilerin tekelinde. Her sene Yahudilik propagandası yapan birkaç film yapılıyor. Schindler’in listesi, Piyanist, Hayat Güzeldir, Sophie’nin seçimi, Son Tren, Amen, Müzik Kutusu, Anne Frank’ın Hatıra Defteri bir çırpıda sayabileceğimiz ödüllü filmler. Hepsi Yahudi soykırımından bahsediyor. Hepsi büyük ödüller almışlar. İzleyenler bilirler. Gerçekten güzel yapılmış, konuları itibariyle insanın içini acıtan filmler. Yahudilerin soykırıma uğradıkları bir gerçek. Çok büyük zalimliklere uğradıkları da doğru. Deneylerde kobay olarak kullanıldılar, acımasız bir şekilde işkencelerden geçtiler, milyonlarcası bu işkencelerde can verdi. Yıllardır bu acı dinmedi, bu yara kapanmadı. Aynı şekilde soykırımlardan geçen onlarca halk acılarını unuttu, fakat Yahudi katliamının yarası asla kabuk bağlamadı, sürekli kanıyor.

Bu esasında Yahudilerin politikası. Kendilerine yapılanlar hiç unutulmayacak ki kendileri zalimlik yaptıklarında da kimsenin sesi çıkmasın. Çok modern, çok ileri, çok müreffeh Avrupa devletleri, hayvan katliamı için dahi dünyayı ayağa kaldırırlar. Gelir bizim ülkemizde bize insan hakları dersi verirler. İnsan hakları konusunda çok geri kalmışsın ey Türkiye derler. Sen insan haklarına önem vermiyorsun derler. Bütün dünyaya insanlıktan bahsederler. Konu Filistin olduğunda ise yıllardır kör, sağır ve dilsiz kesilirler. Susarak yıllar önce Yahudilere yaptıklarının bedelini ödediklerini düşünüyorlardır, kim bilir.

Yaşananları gördükçe sinema ve televizyonun tüm o füzelerden daha tehlikeli Yahudi silahları olduğunu düşünüyoruz. Zihinlerimiz bu sayede olup bitenleri görmezden geliyor, görse bile kabullenmiş bir uyuşuklukla ses çıkarmıyor. Elimizle engel olmuyoruz, dilimizle kınamıyoruz, kalbimizle buğz dahi etmiyoruz. Düşünce kabiliyetimizi bir aletin içine bırakmışız, kurbanlık koyunlar gibi, benzerlerimiz yakınımızda kurban edilirken, sıra bizde değil diye masum masum otluyoruz, sanki sıra bize hiç gelmeyecekmiş gibi.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir