Sultan Kılıç Arslan [Işın Demirkent]

Türk tarihinin büyük komutanlarını say deseler önce bir rahmet diler ardından Kılıç Arslan‘la başlarım. Liste uzun, çok uzun. Birbirinden değerli isimleri içeriyor. Gazneli Mahmut’tan Mustafa Kemal Atatürk’e; Kür-Şad’dan Celaleddin Harzemşah’a kadar birçok ismin arasında benim açımdan bir numaraya oturmasının sebebi içinde bulunduğu çaresiz şartlarda göstermiş olduğu kahramanlıklardır. Kılıç Arslan daha çocuk yaşta babasının başına gelen felaketin ardından Isfahan’a götürülür. Anadolu bu esnada kargaşa içerisindedir. Beylikler, Bizans, Kumanlar, Peçenekler birbirleri ile sürekli savaş halindedir. Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki bu Türk milleti dünyayı topyekûn ele geçirmemişse birbirleri ile yaptıkları savaşlar yüzündendir. İstanbul daha 11. yüzyılda değil de 15. yüzyılda fethedildiyse; Osmanlı İngiltere’nin kuzey ucuna kadar tüm Avrupa’yı ele geçirmek yerine Viyana’ya kadar gidip geri döndüyse; Amerika’nın keşfini ve yerleşmesini ipten kazıktan kurtulmuş canavar ruhlu Avrupalılar başardıysa bunların hepsinin sebebi Türklerin birbirleri ile girdikleri mücadelelerdir. Işın Demirkent’in bu kitabında da sık sık görüyoruz bu iç mücadeleleri. Süleyman Şah’ın Büyük Selçuklu orduları tarafından mağlup edilip öldürülmesi, Çaka Bey’in damadı Kılıç Arslan tarafından ortadan kaldırılması, Peçenekler ve Kumanların sürekli birbirleri ile mücadele etmeleri, Anadolu’daki beyliklerin birbirleri ile savaşları ve nihayetinde Kılıç Arslan’ın trajik sonu bu kitapta tafsilatlı bir şekilde anlatılıyor.

Kılıç Arslan’ın hayat hikâyesinde Malatya da kilit bir rol oynuyor. Haçlıların ilk kolunu mağlup eden sultan ardından hemen Malatya üzerine yürüyor. İznik nere Malatya nere? Ordu ile birlikte otuz günlük bir seyahat. Haçlıların esas büyük kolu İznik’i kuşatınca Malatya kuşatmasını kaldırarak Haçlıların karşısına çıkmak üzere yola çıkıyor Kılıç Arslan fakat nafile. İznik elden gidiyor. Haçlı ordularına büyük kayıplar verdirse de Anadolu’dan geçmelerine engel olamıyor. Neticede Kudüs, Antakya, Urfa gibi yerler haçlıların eline geçiyor.

“Türkler haçlıları mızrak ve ok yağmuruna tutuyor, sevdikleri savaş taktiğini uyguluyorlardı: okçular süratle ön saflara geçiyor, bunlar yıldırım hızıyla oklarını attıktan sonra yerlerini yeni bir okçu birliğine bırakarak geri çekiliyorlardı.”

İlk haçlı kolunu yok edemeyen Türklerin maneviyatı bozulur. Karışıklıktan kurtulamamış olan ülke bir de haçlılar tarafından tarumar edilmiştir. Sonraki dört yıl boyunca Kılıç Arslan yaraları kapatmak için uğraşır ve haçlıların ikinci kolu Anadolu’ya girer. İkinci haçlı kolu Kudüs’teki varlıklarını pekiştirmenin yanı sıra Anadolu’yu ele geçirmek, Türkleri yok etmek gibi amaçlarla yola çıkar. Sayısı yüzbinleri bulan bu güruhun bir kısmı Merzifon’da (5 Ağustos 1101); bir kısmı Konya’da kalanlar ise Ereğli’de (5 Eylül 1101) kılıçtan geçirilir. Haçlılar tamamen yok edilmişlerdir.

Haçlı seferlerinden sonra Türkler tabi ki birbirleri ile savaşmaya başlarlar. Danişmentliler esir aldıkları bir haçlı komutanını fidye karşılığı serbest bırakınca Kılıç Arslan deliye döner. Danişment beyi Gümüş Tekin paranın bir kısmını Sultan’a gönderince daha çok sinirlenen Kılıç Arslan “Ben buraya İslam’ı korumak için geldim, para için değil. Senin parana ihtiyacım yok.” diyerek parayı geri gönderir. 1103 yılında Malatya’yı ele geçirerek eski rüyasını gerçekleştirir.

Güçlenen sultan için artık yeni hedef dedesi Kutalmış’ın babası Arslan Yabgu’nun hakkı olan Büyük Selçuklu tahtını ele geçirmektir. Selçuk Bey’in oğlu Arslan Yabgu Gazneliler tarafından esir alınınca beylik Tuğrul Bey’e kalmıştır bir zamanlar. Taht Muhammed Tapar kadar Kılıç Arslan’ın da hakkıdır. Bu doğrultuda giriştiği mücadeleler Kılıç Arslan’ın sonunu hazırlayacaktır. Henüz 35 yaşında Selçuklu emiri Çavlı ile girdiği mücadeleyi kaybederek savaş meydanında atını Habur ırmağına sürmüş; birkaç gün sonra nehirden cesedi çıkarılmıştır. Bugünkü Silvan’a defnedilen sultanın türbesi ne yazık ki günümüze ulaşamamıştır. Allah rahmet eylesin.

Rahmetli Işın Demirkent hocanın bu kıymetli eseri haritalarla birlikte 100 sayfa civarında. 1996 yılında Türk Tarih Kurumu tarafından basılmış

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir