Son Yeniçeri [Reha Çamuroğlu]

Kitabın yazarının milletvekili olduğunu kitabı okurken öğrendim. Daha çok Alevilik-Bektaşilik konularında yazılar-romanlar yazan bir yazar Çamuroğlu. Daha önce “İsmail” adlı kitabını okumuştum. Şah İsmail’den bahseden kitabı doğrusunu söylemek gerekirse pek beğenmedim. Fakat bu kitapta yazarın anlatımının daha güzelleştiğini, ustalaştığını söyleyebilirim. Kitap Everest Yayınlarından çıkmış. Bendeki cep boy olan baskısı 500 sayfa.

Son Yeniçeri Osmanlı İmparatorluğu’na damgasını vurmuş olan bir askeri sınıfın romanı neredeyse. 18. yüzyılın sonlarında karşılıyor bizi ve Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılışına kadar eşlik ediyor. Bir savaş sırasında Arif Ağa adlı bir Yeniçeri tarafından esir edilen genç Petru’nun ağzından. İslambul sokaklarında dolaşıp, Bektaşi geleneğini derinlemesine inceliyoruz. Yazarın tarihçi olması hasebiyle kitap bir açıdan da tarih kitabına benziyor. Hadiseler dönemin kültürünü anlatırken bir yandan da kronolojik olarak hadiseleri aktarıyor. Rus genç Petru İstanbul’da bir süre efendisine kölelik yaptıktan sonra Müslüman olmaya karar verir. Sarı Abdullah adı ile Arif Ağa’nın da kızını alarak marangozluk yapmaya başlar. Birinci şaşırtma bu, ben Abdullah Yeniçeri olacak sanıyordum ama yanılmışım. Daha sonra da tarihlerde Vaka’yi Hayriye adını alacak hadiseye kadar olan bitenleri anlatır. Ve tabi Son Yeniçeri olacak Serdengeçti Sabit Ağa’nın da hikayesini anlatır.

Kitaptan ilgimi çeken hadiseleri de bir bir sıralayayım. Öncelikle Bektaşi Tarikatına girenlerin aldığı tarikat abdestinden bahsetmeliyim. Abdest alınırken yıkanan her yer için bir şey söyleniyor, eller yıkanırken: “Ey tâlip! Tâ ezelden bu ana gelinceye değin her ne kadar Tanrı’nın yasak ettiklerine el uzattın ise cümlesinden arı olmak için ellerini yuymak Cenabı Resul’ün sünneti seniyesidir.” Ağza su verilirken: “Ey tâlip! Ezelden bu ana gelinceye kadar ağzından çıkan küfür ve hata gibi her ne oldu ise onların cümlesinden ağzını temizlemek içindir. Bu da Muhammed Mustafa’nın Sünnet’i Şerife’si dir.” Burna su verirken: “Ey tâlip! Bezmi Elest gününden bu ana gelinceye kadar kokladığın râyka’i mekruhe def ve izalesi için burnuna su vermek Muhammed Mustafa’nın sünneti Şerife’sidir.” Yüz yıkanırken: “Ey tâlip! Ezelden bu ana gelinceye kadar vuku’a bulan bi-hayalığın cümlesinden beri olmak için yüz yuymak Cenâb’ı Hakkın farzıdır.” Kollar yıkanırken: “Ey tâlip! Küçük yaşından bu ana gelinceye kadar kol salmış olduğun Tanrı’nın yasak ettiklerinin cümlesinden temizlenmek için kollarını yuymak Cenab’ı Hakkın farzlarındandır, yıka!” Baş meshedilirken: “Ey tâlip! Baş âzânın mertebesi en yüce olanıdır. Gövde insanı taşıyıcı, baş: Bilip anlayıcıdır. Akıl ve fikir başta gerektir. Bu ana değin şer’i kadim ve aklı müstakim’in yani eski kutsal gelenek ve dosdoğru aklın tersine hareketlerde bulundunsa, bütün işlediğin suçların cümlesinden âri ve beri olmak için başını mesh edersin. Bu dahi Cenab’ı Hakkın farzlarındandır.” Ayaklar yıkanırken: “Ey tâlip! Ezelden bu ana değin Tanrı isteğine aykırı yanlış yol ve baş kaldırmaya götürücü yerlerde yürümüş isen cümlesinden temizlenmiş olmak için ayağını mesh edersin. Bu dahi, Cenab’ı Hakkın farzıdır.”

Kitapta Bektaşilikle ilgili geniş bilgiler var zaten. Yeniçerilerin hepsi Bektaşi tarikatına bağlı ve çoğunun da bağlı olduğu bir Bektaşi babası var. Bektaşiler namaz kılmayıp, oruç da tutmuyorlar. Dem adı verdikleri rakıyı da bolca içiyorlar. Bektaşi babaları tasavvufi sohbetler ediyorlar bu sırada. Çilehanelerde çile dolduruyorlar. Yeniçeriler Hazreti Ali’nin yiğitliğini örnek alıyorlar kendilerine hep. Evlenip çocuk sahibi olmuyorlar, ticaret yapmıyorlar, şehvet gibi, hırs gibi duygulardan uzak duruyorlar. Fakat zamanla bozulmalar başlıyor. Evlenen, çoluk çocuğa karışan, ticaret yapan Yeniçeriler var. Kitabın sonuna kadar bir “İyi Yeniçeri-Kötü Yeniçeri” çatışması var. Düzenin bozulmuş olmasından dolayı Osmanlı’nın durumunun kötü olduğunu düşünenler iyi taraf. Kitabın o devrin tarihini çok iyi anlattığını düşündüğüm için farklı bir yorum çıkarmadan da edemiyorum. Aslında kötü olan yeniçeriler değil de idareymiş diyorum. Başlarında Fatih gibi, Kanuni gibi bir otorite yokken yeniçerilerin başka yollara ilgi göstermesi kaçınılmaz bir şey. Buradan da anlıyoruz ki Yeniçeri Ocağı’nı kaldırtan da, Osmanlı’yı yıkan da aslında otoritenin yetersizliği imiş. Son Yeniçeri akıcı üslubu, bilgilendirici ayrıntıları ile hem Osmanlı İmparatorluğu’nun bir dönemini anlatan, hem Yeniçeriler hakkında hem de Bektaşi Tarikatı hakkında detaylı bilgiler veren güzel okunası bir kitap.

 

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir