Sivil Örümceğin Ağında [Mustafa Yıldırım]

Kitabın sonuna tarih atmış yazar. Temmuz 2005 diye ve arkasından “ABD dolarıyla demokrasicilik oynayan küçük sivil örümcekler”in listesini vermiş. Tabi ki sayamayacağım isimlerini, yüzlercesi var. Peki Mustafa Yıldırım, “Sivil Örümceğin Ağında” kitabını yazdıktan sonraki 13 senede olup bitenler? Kim bilir daha kaç sivil örümcek çıktı piyasaya, ABD dolarıyla demokrasicilik oynaya oynaya ağababalarının ekmeklerine yağlar sürdü? Bu benim aklımdaki soru işareti ki cevabı eminim yüzlerce sayfa tutacak, binlerce yerli ajanı içerecektir. Gelelim kitabımıza.

Sivil Örümceğin Ağında, dünya üzerinde son yüz yıldır oluşturulan bir tezgâhtan bahsediyor fakat bu tezgâhın son 40 yıldaki dönüşümüne odaklanarak bizim ülkemize olan etkilerini gözler önüne seriyor. Bu işi yaparken yüzlerce kaynağa da atıfta bulunarak anlatılanların birer teori değil gerçeğin ta kendisi olduğunu da ispatlıyor. Nedir bu tezgâh?

Son yüz yıldır dünyada gerçekleşen şey kapitalizmin hızlı bir şekilde yükselişi oldu. Bu yükseliş öyle bir anda devreye girdi ki, insan hakları, demokrasi, eşitlik, adalet gibi evrensel değerler yavaş yavaş insanlığın ortak değerleri olarak kabul görmeye başlamışken ve yaygınlaşırken kapitalizm kuzu postuna bürünerek kendine bunların arasında bir yer buldu. Liberalizm akımı yükselirken ve insanlar artık özgürlükten bahsederken kapitalist sistem piyasa özgürlüğü diye devreye girdi ve özgürlüğün silahşörlerinden birisiymiş gibi davranmaya başladı. Para her kapıyı açan sihirli bir anahtar, biliyorsunuz. Satın alınabilir şeyler sermayenin en sevdiği araçlardır. Öyle bir gün geldi ki sermaye artık devlet yöneticilerini de satın alır oldu. Kitabı okurken göreceksiniz, Amerikan seçimlerine hangi şirketeler ne kadar para yatırıyormuş. Şirketler yöneticileri satın almaya başladı. Yöneticiler, şirketlerin menfaatlerine yönelik politikalar uygulamaya başladı. Dünya genelinde de aynı şeyler oldu. Türkiye gibi bir ülke büyük şirketler için hem iyi bir pazardır hem de hammadde kaynağı. Bunları sorunsuz ve en ucuz bir şekilde tüketebilmek için stratejiler geliştirmek gerekir. Doğrudan askeri müdahale yaparak Türkiye’nin tüm kaynaklarını büyük uluslararası şirketlere devretmek mümkündür fakat çok masraflıdır. Onun yerine Türkiye’de sivil toplum örgütleri kurarsınız, siyaseten işinize yarayacak insanlara destek olursunuz, ülke halkını demokrasi gibi adalet gibi eşitlik gibi kavramlarla oyalarken adaletten de eşitlikten de özgürlükten de en çok siz faydalanırsınız. Senaryoyu uygulayın yaşadığınız dünyaya, göreceksiniz.

Bu koskoca bir ağdır işte. Bu ağın oyuncuları sivil toplum kuruluşlarıdır (NGOs). Bu kuruluşlar çok uluslu şirketlerin ekmeğine yağ sürmek için çalışırlar. Bu çalışmaları için de bu şirketler tarafından iyice doyurulurlar. Asıl hedef ulusal yönetimleri yok etmektir. Vakıflar, dernekler, enstitüler kurulacak, balın içine zehir koyarak insanlara sunacaklar. Baldan kasıt yukarıda zikrettiğim evrensel değerler. Zehir ise milli olanın karşısında durma ameliyesi. Ülkedeki mal varlığının yabancılara satılmasına milli olan bir düşünce karşı çıkacaktır. Demek ki milli düşünmemek lazım. Dernekler bunu kısa yoldan halledecekler ve mesela Türkiye’deki bor madeninin yok pahasına çok uluslu şirketlerin eline geçmesi kolaylaşacak. Savaş çıkarmaktan ucuz değil mi?

“Yıllardır, özellikle dünyanın doğusundan ve güneyinden Amerika’ya çekilen genç insanlara yaptırılan akademik çalışmalarda, onların kendi öz ülkelerinin etnik oluşunu, dinsel ve mezhepsel bileşimi, ekonomik ve siyasal yapılanması ayrıntılarıyla işleniyordu. Bu gençlerin bir bölümü Amerika’da yerleşip öz ülkelerine yönelik grup çalışmalarını sürdürürken, geri kalanları da öz yurtlarındaki üniversitelerde genç kuşağın eğitimini üstleniyor ve onları kendilerine benzetiyorlardı.”

Sonra toplumun değerleri yıkılır, kültürel zenginlikleri dejenerasyona uğrar, çok uluslu şirketler için alıcı olmayanlar toplum dışına itilir. Geçmişle bağlar kopar. Fast food zincirlerinden çıkmayan, deli gibi yiyip kilo alan sonra vermek için para harcayan, görüntünün her şeyden önemli olduğu, bencil, merhametsiz ve vicdansız insanlar yetişmeye başlar. Bu insanlar aynı zamanda burunlarının ucunda olup bitenleri göremeyecek kadar aptaldırlar aynı zamanda. Soyulurlar fakat hala tek dertleri güzel görünmek, dikkat çekmek, “like” almaktır.

“Yabancı ülkelerdeki ‘sivil’ örgüt ve ‘demokrasiyi geliştirme’ diye nitelenen işlerin ABD ulusal güvenliğine ve ABD ulusal çıkarlarına uygunluğu değişmez bir kuraldır.”

“Tasarım merkezi aynı olunca yörüngeler de o merkezin çevresinde oluşuyor; sağı solla, dinciyi laiklik savunucusuyla buluşturuyor. Siyasal farklılıklar eritilirken, etnik ayrılıklar, bazen ‘çok kültürlülük’ bazen de ‘inançlara saygı’ temelinde öne çıkartılıyor.”

Bu tasarımlarda ana hedeflerden birisi merkezleri güçsüzleştirip ülkeleri küçük merkezlere bölmek, yani eyalet sistemi. Türkiye de bundan nasibini almış görünüyor. 2005’te yayınlanana bu kitaba göre eyalet sistemine doğru son sürat ilerliyoruz.

Kitaptan altını çizdiğim yerleri aktarmam mümkün değil zira çok fazla. Kitabın verdiği mesajı az çok ifade edebildim zannediyorum. Dünyada yönetici paradır. Para yöneticileri de satın alır. Satın alınan yöneticiler para sahiplerinin parasına para katmak için çalışırlar. Küçük ülkeler için birinci plan kaynak sömürüsüdür. Savaşlarla kaynak sömürmenin pahalı bir yol olduğu tecrübe edilmiştir. Dolayısıyla milli refleksleri yok ederek kaynakları sömürmek lazım. Çok uluslu şirketlerin bir diğer ihtiyacı da durmadan tüketen bir kitlenin varlığıdır ki hem kaynak sömürmek hem de bu az düşünen kitleyi yaratmak için stratejiler geliştirirler. Bu stratejilerde en kritik pozisyonu kar amacı gütmeyen kuruluşlar tutar. Sonrasını kitaptan okuyup öğrenmeniz gerekiyor artık zira hadise çok teferruatlı.

Bitirmeden olumsuz eleştirimi de yapayım, kitap gerçekten çok zor okunuyor. Bir kere yazılar çok küçük. Buna rağmen sayfa sayısı 600’e yaklaşmış. Bu zamanda bu kitabı hakkıyla okuyacak insan sayısı çok azdır. Gerekirse bin sayfa olsaydı da biraz daha büyük puntolarla yazılsaydı dedim okurken. İsimler de çok fazla, fakat bunun için yapacak bir şey yok. Eline, emeğine sağlık Mustafa Yıldırım, teşekkürler Ulus Dağı Yayınları.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir