Prag Mezarlığı [Umberto Eco]

Prag Mezarlığı hakkında ne diyeceğimi bilemiyorum. Umberto Eco‘nun daha önce okuduğum kitapları geldi aklıma. Gülün Adı, Foucault Sarkacı, Baudolino, Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi. Hepsinde de okuduktan sonra aynı şeyleri düşünüyordum. Kitap nasıldı? Bilmiyorum. Eğlenceli miydi? Evet. Sıkıcı mıydı? Evet. Bir şeyler öğrendim mi? Evet. Faydalı bir şey öğrendim mi? Bilmiyorum. Bildiğim şu ki her şeye rağmen yeni bir kitabı çıksa Eco’nun yine alıp okuyacağım. Yine Gülhaçlar, tapınak şövalyeleri, masonlar, gizli tarikatlar, cemiyetler vesaire vesaire. Türk yazarlar belki kaynak açısından daha az sıkıntı çekerlerdi benzeri romanlar yazarken. İhsan Oktay Anar mesela Eco’nun Türkiye şubesi gibi ve bence çok daha iyisi.

Prag Mezarlığını okurken düşünceden düşünceye sürüklendim durdum. Kitabın sonunda yazarın açıklamalarına göre adı geçen hemen herkes gerçekten yaşamış ve dediklerini yapmışlar. Avrupa’nın bugüne nasıl geldiğiyle ilgili bir elli yıllık kısmı artık biliyor gibiyim şu anda. Hitler’in hangi fikirlerden etkilendiği, Yahudilerin binlerce yıl nasıl varlıklarını sürdürdükleri, İtalyan birliğinin nasıl sağlandığı, Fransız komünleri,  mason localarının o zamanki işlevleri ya da düşündürdükleri tafsilatlı bir şekilde anlatılıyor. Tabi bunların ne kadarlık kısmı gerçek bilemeyiz. Kitabın kahramanı Simonini’nin Yahudi düşmanlığı gerçekten Yahudi düşmanlığı için mi işlenmiş yoksa dalga mı geçilmiş anlayamadım. Kesin olan bir şey varsa o da Simonini’nin binlerce yıldır dünya tarihini yazmış olan idealist, vatansever, serdengeçti tiplerin tam zıddı olduğu ve onlarla çok acı bir şekilde alay ettiği. (Bir de Avrupalıların 1800’lerin sonuna kadar çok affedersiniz hacetlerini yaptıkları kapları kapılarının önüne boşalttıkları. Bir şehir efsanesi daha gerçek çıktı.) Simonini icabında babasını bile satacak tipte bir adam. Ruhunun tek besini antisemitizm. Kapitalizm Yahudi icadı, Komünizm Yahudi icadı. Yahudiler dünyayı ellerine geçirmeye uğraşıyorlar ve bizim adamımız sahte belgeler üreterek karşı savaş sürdürmeye çalışıyor kendi çapında. Ayrıntıları çok daha ilginç tabi ki burada bahsetmeyeceğim. Kitaptan birkaç enstantane verip kapatacağım mevzuyu.

“Son kilisenin son taşı son rahip üzerine yıkılana kadar, uygarlık yetkinliğe ulaşamayacaktır; yeryüzü ancak o zaman bu soydan kurtulacaktır.”

“..eğer Afrikalı zenciler kendi aralarında kıyım yapmakla yetiniyorsa, misyonerler onları Hristiyan yapmıştır ve cephede ilk safta ölmeye, bir kente girildiğinde beyaz kadınlara tecavüz etmeye son derece uygun sömürge orduları şekline sokmuşlardır. İnsanoğlu dinsel inanç söz konusu olmadığında asla böyle büyük ve heyecanlı bir kötülük sergilemez.”

“Kendi başına terk edilen insan, özgür olmayacak kadar kötüdür. İşine yarayan o birazcık özgürlük ona bir hükümdar tarafından verilmelidir.”

“Yahudiler demiryollarını, madenleri, ormanları, posta idaresini, büyük çiftlikleri ele geçirmeyi öneriyorlardı; adalete, avukatlığa, ulusal eğitime göz dikiyorlardı; felsefeye, siyasete, bilime, sanata, özellikle de tıbba sızmaya niyetliydiler, çünkü doktorlar ailelerin içine girmek konusunda rahiplerden daha şanslıydı. Din kurumuna mayın döşenmeli, özgür düşünce yaygınlaştırılmalı, okullardan Hıristiyan dini dersleri kaldırılmalı, alkol ticareti ve basının denetlenmesi tekele alınmalıydı.”

“Samiler tüccardır, açgözlüdür, dalaverecidir, kurnazdır, hilecidir; oysa biz Ariler heyecanlıyız, kahramanız, şövalyeyiz, çıkar gütmeyiz, dürüstüz, saflık derecesinde içteniz. Sami dünyevidir, yaşanan hayatın ötesinde bir şey görmez; Tevrat’ta öteki dünyaya ilişkin hiçbir bilgi yoktur. Ari daima aşkın olanın peşindedir, ülkünün oğludur. Hıristiyan Tanrısı arşı aladadır, Yahudi tanrısı ya dağın tepesinde ya çalıların arkasındadır, daha yükseklerde değil. Sami ticaret adamıdır, Ari tarımcı, şair, rahip ve özellikle de askerdir, çünkü ölüme meydan okur…”

“Ulusal kimlik mirastan yoksun kalanların son pınarıdır. Şimdi kimliğin anlamı nefret üzerine temelleniyor, aynı olmayana duyulan nefret üzerine. Nefreti uygar bir tutku olarak beslemek gerekir. Düşmanı, halkların dostudur. İnsanın kendi sefilliğine mazeret bulabilmesi için nefret edecek birine gereksinimi vardır. Nefret insanın en kadim tutkusudur. Anormal olan durum sevgidir. İsa bu yüzden öldürüldü: Doğaya karşı olan bir şeyden söz ediyordu. İnsan birini bütün ömrü boyunca sevemez, bu olanaksız umuttan zina, ana katli, dosta ihanet doğar… Oysa insan ömrü boyu birinden nefret edebilir. Yeter ki nefretimizi körüklesin. Nefret yüreği ısıtır.”

“Yeryüzünün dört bir yanına dağılmış bile olsan önemi yoktur, sana vaat edilmiş her şeyin gerçekleşeceğine imanın tam olsun, bir arada yaşa, küçümse, birlik ol, sömür, bekle, bekle…”

“Devrim yapmak için iyi bir  askeri eğitim gerekiyordu ama iyi bir eğitimin varsa devrim yapmıyor, iktidar tarafında duruyordun..”

Buraya almak isteyeceğim daha çok yer vardı kitaptan ama ne yazık ki bütün kitabı ne ben yazabilirim ne de siz okuyabilirsiniz. En iyisi bu ilginç kitabı okumak olacak sanırım. Avrupa’nın 1850-1900 arasındaki tarihi, hani şu İtalya ve Almanya’nın siyasi bütünlüklerini sağlama dönemleri olan zaman dilimini daha iyi anlayacak ve hatta sanki o zamanda yaşamış gibi hissedeceksiniz kendinizi. Yahudilerin nasıl palazlandıklarını, teknolojinin nasıl geliştiğini ve o zamanların düşünceleri, pek çok bilgi edineceksiniz.

Kitap 500 sayfa civarında, yayıncı Doğan Kitap, Çeviren Eren Yücesan Cendey. 28 lira üzeri fiyatı.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir