Pirinç

Pirinç yememeye karar veriyorum her gün. Sonra önüme yine geliyor, yine daldırıyorum kaşığı. Bu antipatik gıda maddesi bana çok farklı şeyler düşündürüyor. Bulgurla kıyaslanınca pirinç, Anadolu ile İstanbul gibi, Türk ile Avrupalı gibi, doğu ile batı gibi bir mana uyandırıyor zihnimde. Eski Türk devletlerinin bir kısmının yıkılmasına sebep olan Çinli prensesler gibi. Boyalı, süslü, emperyalist, kapitalist…

Oysa buğday öyle mi ya? Ne kadar mütevazı, ne kadar bize ait. Un olur, ekmek olur, bulgur olur, pilav olur. Daha besleyicidir, daha uyumlu. Her çeşit sebze ile ayrı ayrı bir araya getir. Ses çıkarmaz, ayrılıkçı formlara girmez. Binlerce yıllık bir kültürün ürünüdür fakat zannedersiniz ki daha yeni doğmuş. Binlerce yıldır tüm insanlık onun için şekillenmiştir. Zannedersin ki haberi bile olmamış. Öyle ki bizdendir. Kalabalığın içinde kahraman olmaya çalışmaz. Varlığı kendini belli etmez fakat yok olduğunda en fazla aranan odur.

Pirinç dediğin, sizinle tokalaşırken yüzünüze bakmayan insanlar gibidir. Umursamazdır, kibirlidir, rahatsız edicidir. Buğday nasıl faydalıysa ve sesi az çıkıyorsa pirinç de o kadar faydasızdır ve fakat tam tersi şekilde o kadar çok bağırır. Reklamcıdır pirinç, insanlığın sonunu hazırlayan kapitalist sistemin üründür sanki. İstekleri çok fazladır. Su ister, çok su ister. Görüntüye önem verir, çok önem verir.

Bir de buğdaya bakın. Rüzgarın karşısında nasıl da dimdik duruyor. Pirincin yerlerde sürünen gururunun karşısında Türk insanının izzetini temsil ediyor sanki. Anadolu’nun binlerce yıllık kültürünü savunuyor sanki. Su istemez, Allah rahmetini bahşederse alır, yoksa kendi halinde büyümeye uğraşır. Görüntüye önem vermez.

Yine de önüme pirinç gelince dayanamıyorum. Farklı bir cazibesi var. İsrail malı olduğunu bilip de bile bile tükettiğimiz tüm ürünler gibi pirinç. Tercih etmememiz gerektiğini bile bile yaptığımız her tercih gibi. Nefsaniliğimizin, iradesizliğimizin en başta gelen bir temsilcisi gibi.

Buğday! Ben yine de seni seviyorum en çok. Anadolumun  uçsuz bucaksız ovalarında bazen nazlı, çoğu zaman aziz; salınmaya devam et sen. Ben yine sana döneceğim, ben yine seni seveceğim hep.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan