Pardayanlar (Les Pardaillan) I. [Michel Zevaco]

Yıllardır sorarlar bana, en sevdiğin kitap hangisi, favori kitabın hangisi diye. Bundan yirmi küsur yıl önce bir yaz tatilinde odaya kapanıp da Pardayanlar’ı bitirdikten sonra cevabım hiç değişmedi. Her zaman için favorim, en sevdiğim, en fazla değer verdiğim kitap Pardayanlar serisidir. Bundan sonra ikinci soru geliyor. “Konusu nedir?” diye. Bu soruya kolay cevap vermemi sağladığı için Michel Zevaco’ya teşekkür ederim. Çoğunlukla bu soruya kolay kolay cevap veremem. Bu soruyu soranlar tek cümlede kitabı özetlememi bekliyorlar benden halbuki kolay bir iş değildir bir kitabı bir çırpıda anlatabilmek. Allahtan ki Pardayanlar’ı anlatırken “16. Yüzyılda Fransa’da yaşayan bir şövalyenin maceraları” diyerek geçiştirebiliyorum. Bu kadar basit bir konuyla nasıl favori kitap olduğunu da şimdi anlatmaya çalışacağım.

Kitap Michel Zevaco tarafından geçtiğimiz yüzyılın başlarında gazetede tefrika olarak yayınlanmış. Tefrika olmasının kolay okunurluk açısından avantajlı olduğunu düşünüyorum. Ağdalı cümleler, uzun tasvirler yok. Aksiyon asla bitmiyor. On ciltlik eserin her iki cildi bir macera olmak üzere beş maceradan oluşuyor tüm eser. Birinci cilt baba Pardayan ve oğul Pardayan’ın maceralarını içeriyor. Bizim esas kahramanımız oğul olan Jean de Pardaillan. Bu arada belirtmem gerekiyor, değişik basımlarda isimler değişik şekillerde kullanılmış. Fransızca aslı Les Pardaillan. İsimlerin sadece Türkçe okunuşlarıyla yazıldığı baskılarını da okudum Fransızca olanlarını da. Bu elimdeki birinci cilt Baskan Yayınları tarafından basılmış. Murad Sertoğlu çevirisi.

Şimdi kitaptan (birinci ciltten) yaptığım alıntılarla Pardayan’ın nasıl bir kişi olduğunu anlatayım:

“Tehlike meselesine gelince, bu benim için önemsiz bir şeydir. Dünyada hiç kimseden korkum yoktur.”

Tehlike, kahramanımız için basit bir meseledir. Kendini tehlikeye atmaktan asla sakınmaz. Cesaret en temel özelliklerinden birisidir. Saymayı bitirdiğim zaman Yunan tanrısı benzeri bir tiple karşılaşacağız sanırım.

“Size oğlumu, Şövalye Jean de Pardaillan’ı ve kendimi, Henri de Pardaillan’ı takdim ederim. Silâhşoruz. Kılıçlarımızdan başka bir şeyimiz yoktur ve bu andan itibaren bu kılıçları, hayatımızla birlikte emrinize vermiş bulunuyoruz,” dedi.

Kutsal bir gaye uğuruna ya da dostluk uğruna ya da insanlık uğuruna kılıcını kınından çıkarır ve gerçekten hayatını ortaya koyarak savaşır. Yukarıdaki cümle mal varlığını da ifade ediyor aynı zamanda. Pardayan asla cebinde beş kuruşu olan biri insan değildir, olmamıştır da. Dünya malına zerre kadar ehemmiyet vermez. Cebine üç kuruş para girse bunu anında birileri ile paylaşır. Çoğunlukla tüm parasını tek bir yoksula verir, kapı kapı dolaşıp üçer kuruşluk sadakalar da vermez. Birisi gelip ihtiyacını beyan ettiği anda tüm para uçmuştur. Para aşkının olmadığı gibi makam-mevki aşkı da yoktur. Bunu ilerleyen ciltlerde daha net anlatmış zaten yazar.

“Ondan sonra mektup elinden düştü ve şövalye gözyaşlarını tutamayarak ağlamaya başladı.”

Şövalye, aynı zamanda oldukça duygusal bir tiptir. Bir anda bakmışsınız ağlamaya başlamış. Bütün hareketlerini duygularına göre belirleyen bir insan için normal bir eğilim. Acıklı bir olay gördü müydü şövalyeyi tutabilene aşk olsun. Harekete geçmeden önce bir bakmışsınız hüngür hüngür ağlıyor.

“Doğrusu, babamı çok severim. Annemi hiç bilmem… Çünkü onu hiç görmedim. Babam bana küçükken baktı. Beni savaşlara götürdü. Kılıcıyla beni kaç defa korudu… Açık yerlerde yattığımız zamanlar, üşümeyeyim diye her zaman mantosunu bana verdi. Birçok defa bana yiyecek verir: ‘Sen ye, ben kendime ayırdım; sonra yiyeceğim,’ derdi. Hâlbuki torbasını aradığım halde yenecek hiçbir şey bulamazdım. Bütün bunları anladığınızı zannediyorum. Bunun için babamı çok severim. Çünkü yeryüzünde ondan başka beni seven ve düşünen tek bir kişinin bulunmadığını bilirim.”

Babası da kendisini böyle yetiştirmiş. Gerçi farklı nasihatler veriyor bu ciltte sık sık ama yine de iyilikten kendisini alamıyor. Yeri gelmişken babasının oğluna verdiği fakat kendinin bile inanmadığı hiçbir zaman da tutulmayan nasihatler şöyle:

“Şimdi beni dinle…”

“Dinliyorum babacığım.”

“Evvela erkeklere inanma… Bir kimseyi suda boğulurken görürsen hemen oradan uzaklaş. Bir sokak köşesinde hırsızların ve cânilerin bir adama saldırdıklarını görürsen hemen başka yola sap… Bir adam sana, ben senin dostunum, derse ona senden nasıl bir fenalık istediğini sor… Sana bir adam, iyilik yapmak isterse hemen zırhlı gömleğini giyin… Eğer seni biri imdada çağırırsa kulaklarını tıka… İşte sana öğütlerim… Bunları unutmayacağına yemin ediyor musun?..”

“Ediyorum…”

“Kadınlara gelince, onlara da hiç inanma! En güzel görünen, en iyi görünen kadınlar bile yalancı ve hilekârdırlar. Boynuna dolanacak olan kollar, en zayıf anında seni boğmaya kalkışacaktır. Bunu katiyen unutmaman lazımdır… Onun için sen de hiçbir kadına gönlünü kaptırma… Onlardan daima uzak yaşa… Bunu vaat ediyor musun?”

“Vaat ediyorum!”

“Sana Giboulee’yi bırakıyorum. Bu kılıç senin en çok güvenebileceğin dostun olacaktır. Ondan başka hiç kimseye itimat etme…”

“Etmeyeceğim!”

“O halde rahat rahat sana veda edebilirim.”

“Yolun açık olsun babacığım!”

Gördüğünüz gibi gayet esprili bir yanı da var hem baba hem de oğul Pardayanlar’ın. Baba inanmasa da oğlunu tehlikelerden korumak için bu tür nasihatleri veriyor. Kitabın bir yerinde şöyle dediğini işiteceksiniz:

“Ah, şu gencin, ötekinin, berikinin yardımına koşmaktan vazgeçeceğini bilsem sağ kolumu feda ederim. Ah şu gençlik delilikleri.”

“Çarpışmalar son derece vahşice oluyordu. Pardaillan’lar âdeta masallardaki devler gibi çarpışıyorlardı. Yeniden iki askerin kılıcı kırıldı. Üç kişi daha yaralanarak yere yuvarlandı. Diğerleri canlarını kurtarmak için nefes nefese birkaç adım gerilediler.

Pardaillan’lar bu saldırıyı da püskürtmüşlerdi. Fakat onlar da vücutlarının birçok yerinden irili ufaklı yaralar almışlardı. Bu yüzden vücutları kan içinde kalmış ve sarf ettikleri büyük gayret sonunda hâlsiz düşmüşlerdi.”

En önemli özelliği atlayacaktım az daha. Pardayan hakikaten Yunan tanrıları kadar güçlü bir karakterdir. Onun için yenilgi diye bir şey söz konusu olamaz. Kitap boyunca asla yenilmez, maceralar yüz cilt bile devam edecek olsa Pardayan’ın yenilme ihtimali olmayacaktı. Çok kuvvetlidir, ondan daha kuvvetli bir insanın yeryüzünde var olması ihtimali yoktur. Kılıcı çok iyi kullanır ve kendinden iyi kılıç kullanabilecek bir babayiğit de asla var olmamıştır. Biraz gerçeküstü bir görüntüsü olsa da kitabı ve kahramanı değerli kılan ayrıntılardan birisi de bu yenilmezliktir.

“Pardaillan bunu yapamayacağını biliyordu. Krala karşı özel bir sempatisi yoktu. Daha doğrusu IX. Charles’ın kral olup olmaması kendisini zerre kadar ilgilendirmiyordu. Onu en çok hayrete düşüren şey: Cosseins, Guitalens, de Tavannes, Mareşal Montmorency gibi para ve mevkilerini IX. Charles’a borçlu olan kimselerin şimdi nasıl olup da Kralın aleyhine birleşmiş olmaları, ona ihanet ederek kendisini devirmeye çalışmalarıydı. Bu ne ahlâksızlık, bu ne utanmazlıktı?..

Onları ele vermeye gelince, Pardaillan bunu bir an bile düşünemiyordu. O, asla böyle bir işi yapacak yaratılışta bir adam değildi.”

Haksızlığa tahammülü yoktur. Bunlara göz yumma ihtimali olmadığı gibi gammazlık gibi bir özelliği de yoktur. Bir haksızlığı gördüğü anda onu gidermek için uğraşır ve bunu başarır da. Konu bir ordunun karşısına tek başına dikilmeye vardığında dahi vazgeçmez, gözünü budaktan sakınmaz. Şikâyet de etmez. Kimseyi kimseye gammazlamaz.

Bu işler bittikten sonra Navarre Kraliçesi:

“Siz de Protestan mısınız?” diye sordu.

“Ben insanlık dinindenim. İşte hepsi bu kadar…”

İnsanlık dinine mensuptur. Dini taassubu yoktur. İnsanları fikirlerine ve yaşayışlarına göre yargılamaz. Kimsenin dini nedir, geliri ne kadardır, mevkii nedir diye bakmaz. Bir dilenciye de aynı şekilde yaklaşır bir prense de.

Evet, alıntılarım bu cilt için bu kadardı. Pardayan’ın neden sevdiğimi anlatabilmişimdir sanıyorum. Erdemlerin umursanmadığı bir dünyada –ki ben bu umursanmamanın yeni bir şey olduğuna inanmıyorum insanlık var oldu beri erdemler, insanın bencilliğinin gerisindendir- Pardayan her hal ve tavrıyla doğru insanın özelliklerini taşır. Asla yalan söylemez, hile yapmaz, adam satmaz, gözünü budaktan esirgemez. Gerçek bir üst insandır.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir