Osmanlı’dan 21. Yüzyıla [Ahmed Güner Sayar]

“Nice cem idersün dünya meta’ın
Sanırsın şöyle kalır iş bu devran.”

Ahmed Güner Sayar‘ın kitabı, hocamızın değişik yerlerde yaptığı konuşmaların ve değişik dergilerde yayınlanmış makalelerinin cem edilmiş hali. Tabi ki hocanın çok değişik konularda makale ve konuşmaları vardır. Bu kitabın ana teması Osmanlı’nın son dönemindeki iktisadi değişmeler.

Osmanlı’nın iktisadi geleneğindeki bazı değişmeler çöküşüne de ortam hazırlıyor. Sayar’a göre bu değişmelerin en kritiği narh sisteminden vazgeçilip fiyat tespitinin piyasa mekanizmasına bırakılması. Piyasadaki her ürünün fiyatının devlet tarafından belirleniyor olması hem tüketiciyi hem de üreticiyi korurken devletin yıkılışını da yavaşlatıyor fakat bu sistemin terk edilmesi ekonomideki çöküşü de hızlandırıyor.

Osmanlı’yı uzun süre ayakta tutan bir etken de toprağın tamamen devletin malı olması. Arazi devletin olunca iktisadi manada ferdiyetçilik engellenmiş oluyor. Burada yazarla çelişiyorum zira yazar ferdi teşebbüsün olmayışının iktisadi çöküşe sebep olduğu iddiasında. Melamet diye bir kavramdan bahsediyor. Bu Melamilik adı  verilen tarikatın adından ziyade tüm tarikatlarda olan dünyadan vazgeçme eğilimi ve rindane yaşam tarzını ifade ediyor. Bunun da sermaye birikiminin önündeki en büyük engel olduğunu söylüyor Sayar. Benim burada yazara uymayan düşüncem şöyle: Biz niye onların iktisadi anlayışlarını aynen uygulamaya geçirdik ki? En köklü devlet geleneğine sahip bir devlette sermayedar yaratmaktan ziyade devletin iktisadi alanlarda aktif olması topumun tabakalaşmasının önüne geçmez miydi? Bugünü zengin ile fakir arasındaki büyük uçurumların oluşmasındansa sanayi ve teknoloji yatırımlarının devlet tarafından yapılması, zanaatların da halka bırakılması daha uygun olmaz mıydı? Rekabet zaten uluslararası. Bıraksaydık rekabeti bizim için devlet yapsın. Bizim de kendimize vaktimiz kalsın. Mufassal kıssalar başlayalım, garib efsaneler söyleyelim…

Bilim adamlarının özgür olmayışları yeni fikirlerin önüne set çekmiş Osmanlı’da. Yazılan eserlerin padişaha ya da vezir-i azam gibi bazı devlet yöneticilerine sunuluyor olması gerek iktisat ilminde gerekse diğer ilimlerde bilim adamlarının özgür düşüncelerini kısıtlamış bu da değişimin önüne geçmiştir diyor Sayar. Konu tartışmaya açık tabi ki fakat benim açımdan akla uygun geliyor.

“1858’e kadar toprakta özel mülkiyetin varlığı tescil edilmemiş. Kala kala emek kalıyor. Emeğin durumu ise şöyle. Hudut boylarında asker, tarlada rençber, şehirde ırgat, devlet kapısında bol sırmalı, apoletli, askeri bürokrasiye mensup. Bürokraside ise “katibim” tipinde. “Katip” tipolojisinin amacı ise bürokrasisini merdivenlerini tırmandırmak. Dolayısıyla Cumhuriyet’e intikal eden bu yapı içerisinde kapital birikimini gerçekleştirebilmek için evvela maddeye dokunabilmek lazım. Biz daima madde ile mesafeli olmuşuz…”

“Tanzimat öncesinde Türkler günde iki vakit yemek yerlerdi. Bunlardan bir tanesi kuşluk vakti ve bir de akşam ezanından önce.”

Kitabın birçok yerinde madde ile mesafeli bir toplum oluşumuzu eleştiriyor yazar. Osmanlı’nın kapitalizme geçememesinin en büyük nedenini batını tasavvuf olarak görüyor. “Yevm-i cedid, rızk-ı cedid” anlayışını eleştiriyor.

“Atatürk’ün karşısına dikilebilecek, ona emir ve komuta edecek, fikirlerini yahut çıkarlarını empoze edebilecek tacir, tüccar takımı, bir sınıf yoktu.” İyi ki de yokmuş.

277 sayfalık bu eseri Ötüken Yayınları neşretmiş. Doğru tespitlerde bulunmuş Ahmet Güner Sayar fakat yorumlarıyla ilgili “mi acaba?” dedim çoğu yerde.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir