Malatya (1830-1919) [Adnan Işık]

Adnan Işık‘la tanışıklığım ne kadar da geç olmuş. Hâlbuki kendi kendime her zaman sorup dururum gezdiğim sokakların, gördüğüm yerlerin bundan yıllar, on yıllar, yüz yıllar önceki hallerinin nasıl olduğunu. Bu topraklara gelip de yaşayan insanlar binlerce yıldır neler yapmışlar. Hititlerden Osmanlılara, Memlüklerden Dulkadiroğullarına kadar. Nice medeniyet, nice kültür, nice insan gelip geçmiş bu coğrafyadan. Geçmişi çok da bilmeden yaşayıp gidiyoruz. Bugünü daha iyi anlayabilmek, yaşayabilmek için geçmişi daha iyi bilmek, öğrenmek gerekmiyor mu?

Günümüz dünyasının yozlaştırıcı etkisi tek tip insanlar dolayısı ile tek tip tüketiciler yaratıyor. Kökünde, kökeninden, tarihinden, kültüründen uzaklaştırılmış tipler daha iyi tüketici oluyorlar diye kültüre verilen önem azalmış, azaltılmış durumda. Yerel kültür küreselleşmenin en büyük düşmanı. Böyleyken bu tür eserlerin ortaya çıkışının zorluğunu düşünebiliyor musunuz? Adnan Işık’ın bu yozlaşmanın orta yerinde, küreselleşmeye rağmen şu eseri hazırlaması hangi zorluklarla mücadelesinin ürünüdür acaba? Bilemiyorum. Nezir Kızılkaya Ağabeyim bu kitaptan bahsedip, kitabı bana verdikten sonra yaz aylarında Adnan Işık’ın Malatya’ya geldiğini söyledi ve bir dahaki gelişinde beni onunla tanıştırmayı vadetti. Adnan Işık’ın ömrü vefa etseydi eğer ben de kendi ağzından kitabın hikâyesini dinleme şansına erişecektim belki. Maalesef, ben henüz kitabı tamamlamadan yazarın ömrü tamamına erdi. Benim kitabı okuma süremi bu kadar uzatan korona virüs değerli yazarı bizden koparıp aldı.  Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.

Gelelim esere. Malatya 1830-1919, sekiz yüz sayfayı aşan hacmiyle Malatya şehrinin geçmişine yazarın soyadı gibi ışık tutan bir kitap. Işık olmayı bir miktar da geçmiş gibi, projektör tutuyor. Yazar, yine Nezir Kızılkaya Ağabeyin tanıklığıyla, bu kitabı hazırlamak için emekli maaşının dışında herhangi bir destek almamış. İnsanın, maddi bir beklentisi olmadan böyle bir işe girişmesi günün insanı tarafından delilik olarak görülse de biz hakkını teslim edelim ki ruhu şâd olsun.

Kitap 1830-1919 yılları arasında yayınlanmış, Malatya ile ilgili belgelerin taranması neticesinde oluşmuş. Yazar bu dönemlerde Malatya’yı anlatan Katip Çelebi, Charles Texier, Poujoulat, H. Von Moltke, Tarih-i Ata, C. Cuinet kitaplarını taradıktan sonra Devlet Salnamelerinde Malatya, Sivas, Elazığ, Diyarbakır ile ilgili bilgilere geçiyor. Aspuzu’ya doğru bölümüyle de farklı belgeler ve yazışmalarla şehrin tarihine ışık tutuyor.

Kâtip Çelebi’nin Cihannüma adlı eserinde Malatya’ya kısaca değinilmiş. Dördüncü Murad’ın silahtarı olan Mustafa Paşa’nın burada bir han yaptırdığından bahsederek Dermesih suyuna geçiyor:

“Malatya’nın Dermesih ismi ile anılan bir nehri vardır. Kaynağı olan dağdan şehre gelinceye kadar, kenarındaki bağ ve bostanlar üzerinde on beş köy vardır. Üç-dört ay meyve zamanı oraya göçerler.”

Burada, Malatya diye bahsettiği bugünkü Battalgazi ilçesi. Göç edilen yerse şimdiki Malatya. Derme suyunun esas adının Dermesih olduğunu buradan öğrendim.

Charles Texier Fransız bir arkeolog. O da 1832’de Anadolu’yu gezip 3 ciltlik bir eser yayınlamış. Malatya ile ilgili yazdıkları oldukça kısadır. Selçuklu zamanında büyük bir şehir olan Malatya, Timur’un yakıp yıkmasından sonra bir daha eski günlerini yakalayamamış diye gözlemlerini aktarmış yazısında. Toprağının bereketli oluşundan bahseden seyyah, Malatya’da yetişen üzümlerin tanelerinin büyüklüğünü görüp hayret ediyor. Nüfusun tahminen otuz bin civarında olduğunu ve bunun üçte birinin Hristiyan olduğunu söylüyor. Buradaki Ermeniler, Kayseri patrikliğine bağlıymış. Rum ailelerse bilhassa Orduzu’da otururlarmış. Burada yazarın dikkatine örnek olsun diye bir husustan bahsetmek istiyorum. Adnan Işık, Fransız yazarın Küçük Asya kitabının tercümesini önüne alarak Malatya ile ilgili yerleri çıkarmış fakat bununla yetinmeyerek kitabın Fransızca metnini de incelemiş. Türkçe’ye bazı kısımlarının çevrilmediğini görüp, bu kısımların tercümesini de kendisi yaptırmış. 

J. B. Poujoulat yine Fransız bir gezgin. Gezileri sırasında kardeşine mektuplar yazmış. Malatya ile ilgili mektuplar 1837 tarihinin Ağustosunda başlıyor. 1839’da yapılacak olan Nizip Savaşı’nın öncesidir. Osmanlı Padişahı, Nil paşasının (Kavalalı) karşısında aciz durumdadır. Sivas tarafından gelen gezgin Hasançelebi’den geçer. Kuruçay, Tahir köyleri geçilir ve Kırkgöz’e ulaşılır. Eski Malatya tamamen harap haldedir. Şehir halkı bahçelere göçmektedirler. Bu süreci biliyoruz, Malatya civarlarında olan Osmanlı ordusu şehri harap etmiş, halka da göçmekten başka çare bırakmamıştır. Bugünkü Malatya’nın doğuşuna şahitlik etmektedir seyyah o esnada.

“Yeni Malatya’nın sakinleri, Küçük Asya ve Mezopotamya’da ilk insanın hayata başladığı yerin Asbuzu olduğunu söylüyorlar” diyen seyyah Malatya’yı, Hıristiyanlara vadedilen kayıp cennete benzetiyor. Şehir bir ağaç ormanına benzemektedir. Evler dağınık bir haldedir. Hafız Paşa ve maiyeti şehrin civarında bulunmaktadır. Hafız Paşa, daha sonra Nizip Savaşı’ndan mağlup ayrılacak olan Osmanlı ordusunun kumandanı.

H. Von Moltke’nin Malatya ile ilgili anılarını üç ayrı kitaptan karşılaştırarak aktarmış Adnan Işık. Malatya için çok kritik olan bir dönemde Malatya’da bulunan bu Alman mareşal, bugünün Malatya’sının oluşum tarihine şahitlik ediyor. Nizip savaşı öncesi gelip buraya yerleşen Osmanlı ordusu yavaş yavaş asıl şehri tarumar ediyor.

“Malatya yazın boştur. Herkes Asbuzu’ya göçer. Burası 5000 evceğizden meydana gelme bir köydür ve kiraz, elma, kayısı, ceviz, incir ağaçlarından iki saat boyunda bir ormanın içine gömülmüştür. Beyaz ve dümdüz gövdeli narin kavaklar bu ormanın üzerinden, tıpkı bir şehirdeki minareler gibi yükseliyor ve billur gibi duru sulu bir dağ deresi köyün bütün yolları boyunca şırıldıyor.”

Bu bahsettiği yer bizim bugün yaşadığımız beton ağırlıklı Malatya şehri işte.

“Şehrin 12.000 kişilik bütün ahalisi bu kış, Asbuzu’daki yazlık evlerinde kalmaya davet edildi. Şehir ise tek bir büyük kışla haline geldi. Orada artık ne kadın, ne çocuk, ne ihtiyar, sadece asker görebilirsin. Evler, kırlangıçların yuvalarını yaptıkları malzeme ile inşa edildiği için iki dakika içinde bir pencere ya da kapı açmak yahut bir duvarı yıkmak kabildir. Ev sahibi ileride yeniden evine dönerse kendi yurdunu zor tanıyabilecek, fakat pek nadir olarak güzelleştirilmiş bulacaktır.”

Savaştan önce şehrin durumu böyle. Halk savaştan sonra bu enkaz yığınına dönmek istemeyerek şimdiki yerleşim yerine yerleşiyor.

Tarih-i Âtâ bir diğer kaynak Malatya ile alakalı. Buradan birkaç bilgi aktardıktan sonra V. Cuinet adlı coğrafyacıya geçilmiş. Burada da şehirle alakalı istatistiki bilgiler var. Ardından devlet salnamelerini incelemiş yazar. Salnameleri aktarırken “Ben, ana tarafından dedem, müstantik muavini Ahmet Efendi’yi, h. 1325 (m.1907) Mamuret-ül Aziz Sanmanesinin 94. sahifesinde, Besni Bidayet Mahkemesi’nde, Besnilileri mahkeme salonunda sorguya çekerken yakaladım. Ey okur! Darısı senin başına…” demiş sevgili Adnan Işık. Bu salnamelerden çeşitli bilgilere ulaşmak mümkün. Şehrin ileri gelenleri, kazaları, nüfusu, eğitim hayatı ve daha nicesi. Çok yerin altını çizmişim okurken, maalesef buraya aktaramıyorum. Tepehan Madeni, Dermesih Nehri, Horata Nehri, Pınarbaşı Nehri, Kernek Suyu, Tohma Nehri, Sultansuyu, Venk, Nemrut dağı gibi aklıma gelen birçok yerin o tarihlerdeki salnamelerde nasıl göründüklerini okumuş oldum. İsimlere baktım, Keşşaf Hoca oradaydı mesela. Çocukluğumun geçtiği Ömer Efendi Sokağı acaba 1875 yılında Malatya Belediye reisi olan Ömer Efendi’den mi aldı adını acaba?

Niyazi Mısri’nin Banazılı olduğunu biliyor muydunuz? Ben bu kitaptan öğrendim bu bilgiyi.

“İşbu Asbuzu Kasabası, meşhur Şeyh Niyazi hazretlerinin maskat-i re’sleri olarak Niyazi Karyesi meşhur ve mevcud ve mahellatdan maduddur.”

Adana valisi olan Nasuhi Bey Efendi hazretleri çeşitli sokaklar açtırmış şehrin içinde. Biri şimdiki Nasuhi Caddesi. Şehrin içindeki kiliseler, manastırlar, değirmenler, camiler, okullar, dergâhlar tek tek ve hangi mahallede olduklarıyla ayrı ayrı verilmiş. İsimler kısmen değiştirilmiş olsa da çoğunun yeri anlaşılabiliyor.

“Nizamiye 74. Alay’ın, Malatya’da bulunan ikinci taburu’nun komutanı Binbaşı Mehmet Hurşit Ağa’yı biraz anlatmak isterim. Kendisi, Hicaz, Rusya, İftihar, Kars ve Liyakat madalyaları sahibidir. 1905’li yıllarda, birkaç yıl Malatya’da görev yaptığı anlaşılmaktadır. Malatyalılar ona “Deli Hurşit Paşa” derlermiş. Özellikle yaz mevsiminde, her perşembe günü, komutanı olduğu ikinci taburu, çarşının içinden, trampetler eşliğinde, âlâ’yı vâlâ ile geçirir, Babuhtu’ya götürürmüş. O geçerken, bütün çarşı ayağa kalkar, selam dururmuş. Bir keresinde, o günlerde Malatya’da esamisi okunan ağalardan biri (Biri Haricili Abdullah ağa diğeri Alagözzade Heveke Abdullah ağadır) ayağa kalkmamış. Bu ağayı, artık hangisi ise, işte onu, nizamiye’ye aldırıp kamçı ile dövdüğü, “Vula ben askerimle çarşı’dan geçem, sen ayağa kalkmayasın ha'” diye bağırıp çağırdığı söylenti halinde de olsa, halen halk arasında anlatılmaktadır.”

Yıkılan Emlak bankasının yeri mutasarrıflıkmış. Kitapta binaya ait bir de fotoğraf mevcut. Burayı halk “Saray” olarak adlandırdığı için mahalle de Saray Mahallesi olmuş. Bu bilgi Şemsettin Sami’nin kitabından alınmış.

29-30’lu yaşlarda Malatya’da vefat eden şair Andelib için de bir bölüm ayırmış Adnan Işık. Ardından Yeni Cami ile ilgili bir bölüm geliyor. Malatya’da 3 Mart 1894 tarihinde büyük bir deprem olur ve neredeyse tüm şehir yıkılır. Yeni Cami’nin sadece minaresi kalmıştır. Sonra şehirliler uzun yıllar sürse de halk zamanla cami ve hamamlarını yapıp bitirmiş. Bu bölümün ardından Meclis-i Mebusan’da Malatya ile ilgili bilgiler geliyor. Asbuzu’ya doğru bölümünde ise Malatya ile ilgili çok çeşitli evrak ve yazışmalara yer verilmiş.

“Ah güzel Malatya’m ah’ Dağlarında Sultan Nevrûz bağlarında mor sümbüller yeşeren memleketim! Toprağımızdaki bereket, insanımızdaki merhamet, Kaf Dağı’na ulaşmış… Şenlen be, Adnan Işık’ın deli gönlü, şenlen’…”

Bu kitapta ilgi çekici o kadar fazla yer var ki bir Malatyalı için, bir tanesini aktarsam diğerlerine haksızlık olacak, aktarmazsam içimde kalacak diye diye buraya kadar geldim. Daha fazlası için okuyucunun bu kitabı temin edip benim yaptığım gibi satır satır okuması, altını çizmesi gerekiyor.

Birinci dünya savaşı için asker toplanmış, cepheye gidecektir. Kafile Halep Caddesi’nden Dörtyol’a doğru yaklaşırken millet bağırmaya başlar: “Padişahım çok yaşa” diye. Kalabalığın arasından yaşlı bir kadın bağırır: “Padişah olmaz olsun! Giden gelmiyi, kökümüzü guruttu.”

Bu kitabı bana tanıttığı ve bu fotoğrafı çektiği için çok değerli Nezir Kızılkaya Ağabeyime teşekkür ediyorum. Malatya’nın 1919 sonrası için bir kitap yazılacaksa onu da Nezir Kızılkaya yazacaktır diyorum.

Benim tanıtımımın bu kadar karışık oluşu kitabın hacminden ve zenginliğinden kaynaklanıyor. 800 sayfaya yaklaşan bu eserden bir numune sunmaya çabaladım.

Bu kitabın aransa bulunamayacak olması da Malatya yerel kültürü ile ilgili çalışma ve yayın yapması gereken yerel yönetimlerin ayıbıdır.

Buraya kendisinin kendini anlattığı şu linki yerleştireyim. Buraya da kitapla ilgili başka bir tanıtım yazısının linkini.

Adnan Işık’ın Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir