Lüneburg Varyantı [Paolo Maurensig]

Her şeyden önce şunu söylemek istiyorum: bıktım. Yahudilerin 2. Dünya Savaşı sırasında uğradıkları katliamın yıllardır sinema ve edebiyat yoluyla bana anlatılmasından bıktım. Bunların temel amaçları bütün dünyanın yaşadıkları soykırım yüzünden kendilerini Yahudilere karşı mahcup hissetmesi. Ajitasyon tam da böyle bir şey. Beni yaktılar, zehirlendim, katledildim, öldürüldüm, üzül, üzül, kötü hisset kendini. Sonradan da benim yaptıklarıma ve yapacaklarıma ses çıkarma. Filistin’e gireyim, katliam yapayım, topraklarını işgal edeyim, ona buna sataşayım. Sakın ha senin sesin çıkmasın. Dünyada katliama uğramış tek millet bunlar zaten. Çünkü yazar ve sinemacıları çok fazla.

Aslında bir yandan da takdir ediyorum Yahudileri. Sayıları az ama hiçbirisi boş durmuyor. Bunların onda biri kadar çalışsaydık dünyanın sahibi olurduk. Biz çocuklarımıza doğru düzgün bir eğitim veremezken adamlar geleceğin sektörlerini önceden tahmin ederek alan seçimi yapıyorlar. En karlı sektörler neyse o sektör Yahudilerin elinde zira organize bir şekilde çalışıyorlar. Edebiyat ve sinemayı da istedikleri gibi kullanıyorlar. Hayat Güzeldir’den Schindler’in listesine kadar aklınıza gelecek her filmde bunlar var. Bosnalılar bu kadar anlatmadılar yaşadıkları tüyler ürpertici katliamları. Kırım Türklerinin yaşadıkları ya? Balkanlardaki mezalimler, Azerbaycan, bugün Irak ve Afganistan. Dünyanın son yüz yılında katledilen Yahudilerin yüz katı Müslüman katledildi ama tavuk yumurtasıyla kaz yumurtasındaki popülarite farkı burada da var. Birisi yumurtladığı zaman gıt gıt gıdak diyerek tüm dünyayı ayağa kaldırır, diğeri de sessiz kalırmış. O yüzden herkes tavuk yumurtası yiyor da kaz yumurtasını bilen yok.

Bu kitabı okumaya başladığımda konusu hakkında fazla bir bilgim yoktu. Satrançla ilgili bir hikâye anlatılıyordu, satranç oyunundan anlamasam da Stefan Zweig’in Satranç kitabının bende bıraktığı olumlu intiba sebebiyle kitabı okumaya devam ettim. Kitabın sonlarına yaklaşana kadar da iyi gidiyordu.

“Bildiğiniz gibi, Alehin, satrancın bir sanat olduğunu ileri sürerken; Capablanca’ya göre, bu oyun saf tekniğe dayanıyordu; Lasker ise satrancın bir savaş olduğunu söyler. İtiraf etmeliyim ki, ilk zamanlar satranç bana, ortada bir sürü gıdaklama ve uçuşan tüylerin olduğu bir horoz dövüşünü hatırlatırdı.”

“Daha işin başlarındaydım ve henüz başlanan bütün girişimlerin en güzel aşamasındaydım, yani hayal kurma kısmında. O zamanlar sanatın, yaşama; ülkünün, gerçeğe hangi fahiş bedeli ödemek zorunda olduğunu bilmiyordum.”

“Eğer piyonu oynamayı seçseydim, eğer alçakgönüllü o hamleyi oynasaydım, kendimi kırılamaz bir savunmanın içine kapatacaktım ve rakibim taş eşitliğini korumasına rağmen kendini bir tür Zugzwang pozisyonunda bulacaktı, yani her ne oynarsa oynasın onun aleyhine olacaktı.”

“İki ayrı oyuncu tarafından yapılınca, aynı hamle ne kadar da farklı olabiliyor; örneğin, herkesin, hatta oyunun kurallarını yeni öğrenen birinin bile bildiği o açılış hamlesini ele alalım: Hareket hep aynıdır ve piyon gerek acemi tarafından, gerekse usta tarafından hep aynı kareye konulur; ama yeni başlayan biri için bu yalnızca herhangi bir hamleyken, usta için uzun bir hamleler serisinin ilk adımıdır.”

“İki insanı, satranç tahtasının üzerindeki ciddi bir meydan okuma kadar bağlayabilen başka bir şey yoktur.”

Kitabın sonlarına doğru iş satrançtan ve satranç felsefesinden çıkıp bildiğimiz hayat güzeldir tadında toplama kampı hikâyesine dönüşüyor.

“Aldığımız eğitime göre, babam, benim için engin ruhani hiyerarşinin et ve kemiğe bürünmüş dünyevi temsilcisiydi. O, dini inancımızın ilk basamağı, tanımlanamaz Yüce Varlığın elle tutulur betimlemesiydi ve ne kadar korkunç olursa olsun, benden beklenen her zaman kesin bir bağlılık ve itaatti.”

“Ben çocukken, Tanrı hakkında kapıldığım en kötü şüphe, onun bize gösterdiği o katı ve bilge maskesi altında bir delinin yüzünün gizli olduğuydu ve bu, bizi kendi görünümünden yaratan ve kendisine sonsuz bağlılık yemini ettiğimiz Babamızın gerçek yüzünün bir deli yüzü olmasıydı.”

Dini inanç konusu işlenirken çok bağımsız, dine karşı alaycı ve çoğunlukla ateist izler gördüğümüz Yahudi literatür ve sinemasının tersine Yahudilerin dinlerine ne kadar bağlı olduklarını biliyoruz. Kitabın yazarı Paolo Maurensig’in İtalyan bir Yahudi olduğunu tahmin ediyorum. Tanrı fikrini diğer insanların kafasından uzak tut ama kendin cumartesi günü asansöre bile binme. Toplum dinsiz olsun, sen inandığın tanrı uğruna hepsinin kanını em. Yahudi zihniyeti bu işte.

Paulo Mauressing’in güzel başlayıp beni kızdırarak bitiren bu kitabı 155 sayfa. Yazar 1993 yılında yayınlamış bu eseri, 2001 yılında Dost Yayınları için Cemal Kaan Emek tarafından Türkçe’ye çevrilmiş. 150 sayfa.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir