Kuş

Bugün yolda yürürken bir çift kuş havalandı önümden. Yaşadığım hayattan bir anlığına sıyrılıp yerimde kalakaldım. Ben ne yapıyorum, nereye gidiyorum, neyim? İnsan gündelik hayatının telaşelerinin içinde varlığının anlamını düşünmeyi unutuyor. Bazı insanlar hayatlarını bu anlamı aramaya adarken çoğunluk belki hayatında bir defa bile düşünmüyor. Arzular, istekler, hevesler. Bizi yaşadığımız dünyanın gerçeklerinden, gerçekliğinden ya da gerçekdışılığından uzak tutuyor.

Bir çift kuş belki kader çizgimin kırılma noktalarından biriydi. Allah tarafından beni ikaz etmek için gönderilmişti. Belki yürüdüğüm o yolda her gün bir çift kuş havalanıyordu da ben görmüyordum. Bugün o kuşları görmem, varlıklarını düşünmem, varlıklarının amacını düşünmem, benim varlığımla ilintilendirmem, kendimi kaptırdığım hayatın akışından bu vesileyle sıyrılmam benim için hayata farklı bir bakış açısıyla devam etmek için bir fırsat olabilir. Belki de birkaç gün içinde bunu unutup yine ezberlediğim yaşam biçimine geri dönerim. Hep böyle olmuyor mu zaten?

Hayatlarımızı ezberlenmiş bir programla sürdürüyoruz. Bize dikte ettirilmiş bazı doğrularımız ve amaçlarımız var. Düşünce biçimimize kadar bilgisayarlardaki paket programlar gibi en baştan belirlenmiş ve dışına çıkılması imkânsız olan bir sistemi uyguluyoruz. İçinde bulunduğumuz kültürün düşünce yapısını sorgulamadan kabullendiğimiz gibi hayatımızı biçimlendirirken de bu sistemin öngördüklerinin dışına çıkmıyoruz. Eğitim alırken amacımız kâinatı tanıyıp burada bulunma sebebimizi araştırmak değil de bu eğitimi maddi bir kazanca dönüştürmek. Bu sistemin öngördüğü davranış biçimi okul okuyarak ya da okumayarak paraya dönüşebilecek bilgilere sahip olmak, en verimli bir şekilde bilgiyi paraya dönüştürebilmek, elde edilen parayla refah seviyesini optimum noktaya çıkarmak. İnsan ilişkilerimizi menfaat eksenli kurmak. Başkalarıyla ilgimizi bize getirisini hesaplayarak göstermek.

Hayat ne garip değil mi? Nereden geldiğimizi bilmiyoruz ve nereye gideceğimiz hakkında en ufak bir bilgimiz dahi yok. Vahyedilmiş bilgiye inandığımız sürece kafamızda bir fikir oluşuyor ama bu fikir imanımızın gereği, kesinleşmiş bir bilgi değil. Bu imana sahip olmak bile düşünmenin sonucu. Düşünmeden iman edemiyoruz. Düşünmeden varlığın ne kadar tuhaf bir durum olduğunu, bu tuhaflığın bir sebebinin olduğunu, muhakkak ki bir yaratıcının bizi ve bu dünyayı yarattığını ve yine muhakkak ki bizden bir muradının olduğunu anlayamıyor, böyle bir sonuca ulaşamıyoruz. Düşüncelerimiz sadece maddi refah, tensel zevkler, dünyevi makamlara yoğunlaştığı için hayal gücümüz donuklaşıyor, varlığımızın en önemli meselesi olan; yaratıcının bizden muradı nedir konusunu düşünmemiz gereken yerlerde düğmesine basılmış makineler gibi kapanıyoruz.

Yirmidört saatlik bir küçük günümüz yüzlerce hikmeti barındırıyor içinde. Düşüncelerimizi donukluktan kurtarabilirsek göreceğiz, güneşin ne muazzam yaratıldığını, her gün hiç şaşmadan üzerimize doğup mevsimine göre ışınlarının açısını değiştirerek bize sıcağı ya da soğuğu yaşattığını; vücudumuzun ne güzel yaratıldığını ve herhangi bir insan işi üretimin asla ulaşamayacağı mükemmellikte olduğunu, dünyanın ve içinde bulunan her şeyin belki de dilleri olsa konuşup bizlere varlığımızın amacını hatırlatacağını. Önümüzden belki de her gün binlerce kuşun uçarak bakışlarımızı ve düşüncemizi ezberlenmiş basmakalıp düşünce şekillerinden kurtarmaya çalıştığını biraz dikkatli bakarsak fark edebileceğiz. İşte o zaman insan olduğumuz hatırlayacak, kainatın bize her gün fısıldadıklarını net bir şekilde işitebileceğiz.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir