Kulluk Kitabı [Muhammed İkbal]

“İlim apaçık bir sualdir. Aşk ise gizli bir cevaba benzer.”

Muhammed İkbal geçtiğimiz yüzyılın başında, Hindistan’da yaşamış şair ve düşünür. Biz onu, Kurtuluş Savaşımız esnasında Pakistanlı Müslümanları örgütleyip, mücadelemiz için Türkiye’ye para göndermesi ile tanıyoruz. Bu davranışı kişiliğini ifade etmek için en güzel örnek olsa da bunun haricinde de bilmediğimiz birçok yönü var İkbal’in. Hindistan’da Müslümanların bir araya gelmesi ve bugün Pakistan adını alan devletin kurulmasında da önemli bir rolü vardır. Kulluk Kitabı’nda sıklıkla esaret altında olmanın ne kadar acı olduğundan, Müslümanların batı tesiriyle bozulmaya yüz tutmuşluğundan ve mücadele etmenin gerekliliğinden bahseder.

“Frenk tuzağına tutulmuş Müslüman, kolay kolay gönül denen şeyi ele geçiremez. Başkalarının kapısına yüz sürdüm. Artık bu yüz; Ebuzer ve Selman gibi secdeye kapanamaz.”

“Bu puthanede, İbrahim oğulları ne zamana kadar Nemrud’un tuz ekmeği ile beslenecek?”

“Bir zamanlar alnındaki secde yarası Ay gibi nur saçan Müslümanlığı Garp satın aldı.”

“Namaz kılmasına müsaade edilen insanımız cehaletinden Hindistan’da İslam dini hürdür zannediyor.”

“Kaderini kendi eliyle yazan millete Allah ululuk verir. Köylüsü başkası hesabına ekin eken milletle Allah meşgul olmaz.”

“Adem ihtiyarladı ama Lat, Menat henüz gençtirler, her asırda elbiselerini değiştirip karşımıza çıkarlar.”

Tasavvufla ilgilenen, Mevlana’nın hayranı olan Muhammed İkbal aynı zamanda da bir aksiyon adamıdır. Esaret altında yaşanan toprakta yapılan ibadetten sanata kadar her şeyin anlamsız olduğunu söyler. “Sofinin kalbinde mücadele ateşi söndü. Bu miskinliğine mazeret olarak, ‘Ben Elest şarabı ile sarhoşum’ diyor. Şehrin fakihi ruhbaniyeti kabule mecbur oldu. Zira İslam şeriatında, savaş meydanında göğüs göğse harp edilir” sözleriyle her kesimden Müslüman’ı, esarete karşı mücadele etmemekle suçlar. Zamane Müslüman’ının düştüğü hallerden şu sözleriyle şikâyetçidir.

“Müslüman evladı ama ölümle aşina değil. Ölünceye kadar ölüm korkusu içinde tir tir titriyor. Yarılmış göğsünde bir gönül görmedim. Sadece bitkin bir nefes ve ölüm kederi…”

“Allah’tan başkasının huzurunda secdeye kapandık. Mecusiler gibi onun huzurunda dualar okuduk… Kimseden değil kendimden şikâyetçiyim. Zira biz senin şanına layık kul olamadık.”

“Bir gece Rabbimin huzurunda ağladım, sızlandım: Ya Rabbi niçin Müslümanlar sefalet içinde böyle hor ve hakir oldular? Cenabı Hak’tan şu nidayı işittim: “Bilmiyor musun ki, onların gönülleri var ama sevgilileri yok!”

“Kur’an ayetleri ile senin alakan Yasin okutup rahat ölmekten ibarettir.” “Müslümanın sönüp gitmesi başka sebeptendir. Ve sen de anlıyorsun ki, onların inhitatına sebep parasızlık değildir.”

Müslümanların durumundan üzüntü duymasına rağmen ümitsiz de değildir, öğütleriyle onlara (ve kendine) gitmeleri gereken yolu hatırlatır durur ve dualarıyla Allah’tan niyaz eder.

“Bu ihtiyar âlem sona erişip de kaderi örten perde ortadan kalktığı zaman, beni risaletpenah Efendimizin huzurunda rezil ve rüsva etme; hesabımı ondan gizle ya Rabbi.”

“Allah hu diye zikretmeden ömür süren bir Müslüman’ın nasibi, yarı ölümdür.”

“Bizi kapından kovma ki sana bin can ile aşığız. Bize verdiğin o aşk derdi içinde kıvranıp duruyoruz. Sabırdan başka ne istersen emret; ifaya hazırız. Lakin sabırdan iki yüz fersah uzağız.”

“Bir kere Allah’tan başkasına güvendim. İki yüz kere eriştiğim makamdan düştüm.”

 “Ebedi hayat tam ve şüpheden azade bir imana sahip olmaktadır. Zan ve tahmin yolunu tutarsan ölür gidersin.”

“Namerdin mert olandan daha üstün istifadeler ettiği bir dünyayı alt üst et.”

“Uyanık bir gönül insanı kölelikten kurtarır.”

“Ne herkes kendine inandığı halde kendini eritir, ne de herkes niyaz içinde naz sarhoşudur. ‘La ilahe’ kaftanı kanlı bir libastır ki mert olmayanların boyuna uzun gelir.”

“Âşıkların namazını niye soruyorsun? Onun rükûu da secdesi gibi mahremanedir. Bir ‘Allahu Ekber’in alev alev yanışı beş vakit namaza sığmaz.”

“Sen kendini ölüm endişesinden kurtaramıyorsun. Zira hâlâ, kendini topraktan yapılmış bir kalıp zannediyorsun.”

“Bilgili insan kelimelerin büklümlerine takılıp kalmaz. Dalgıcın maksadı inci elde etmektir, sedef değil.”

“Kâfir odur ki kendini, benliğini dünyada kaybeder. Mümin de odur ki, kâinat kendisini onun vücudunda kaybetmiştir.”

Muhammed İkbal’e göre cemiyette kadının mukaddes vazifesi analıktır. Nesilleri yetiştiren ve istikamet veren kadındır. Kadın iffetini ve şerefini korumalıdır. Şöyle öğüt verir kadınlara da:

“Ey kızcağızım! Bu süslenmeleri bırak, kâfirlikler Müslümanlığa yaraşmaz. Allah’ın verdiği güzelliğe gönül bağlama, bir bakışla gönüller yağma etmeyi öğren.”

“Cihanın sağlamlığı anaların elindedir. Bütün varlıklar, onların karakterlerine emanet edilmiştir. Bu ince hakikati idrak etmeyen bir milletin işlerinde devamlı bir düzen olmaz.”

“Hz. Fatıma ol, bu asrın gidişine uyma ki, kucağında bir Hz. Hüseyin yetişsin.”

“Bizim akşamımızdan bir seher yarat. Görüş sahiplerini Kuran’a davet et. Bilirsin ki Kur’an okuyuşundaki sûziş ve aşk, Hz. Ömer’in kaderini değiştirdi.”

Şu güzel şirin de tercümesini yazıyorum. Keşke yazıldığı dilde okuyabilseydik:

Bu asır, zamanının İbrahim’ini aramaktadır. Cihan baştan başa bir puthanedir. Fakat Allah’tan başka Hüda yoktur.

Seni kâr ve ziyan aldattı. Gurur ve tekebbüre düştün. Bilmelisin ki Allah’tan başka Hüda yoktur.

Mal, zenginlik, maddeye bağlanmak; bunlar bizim vehim ve zanlarımızın yarattığı putlardır. Lakin Allah’tan başka Hüda yoktur.

Akıl ve idrak, zaman ve mekân tasavvurlarına saplanmıştır. Fakat ne zaman ne de mekânın asli bir varlığı vardır. Allah’tan başka Hüda yoktur.

Bu “Allah’tan başka Hüda yoktur” nağmesi, gül ve lale mevsimlerine münhasır değildir. Bahar olsun, hazan olsun, “lâ ilahe illallah” nağmesi daima yükselecektir.

Her ne kadar cemiyetimiz yenleri içinde putları saklarsa da bana “Lâ ilahe illallah” ezanını yüksek sesle haykırmak emri verilmiştir.

Kulluk Kitabı – Allame Muhammed İkbal

İkbal’in düşüncelerini şöyle özetleyebiliriz. Müslüman önce Allah’a iman etmelidir, benliğinin yükselmesinin ilk şartı budur. Önce ilimle iman etmeli, sonra da aşk ile onu taçlandırmalıdır. Avrupa (bugünün şartlarında Amerika’yı da dâhil etmeliyiz) doğu toplumlarını sömürmeyi amaçlamaktadır. Müslümanların Avrupa’yı taklit etmesi doğru değildir. Müslüman’ın yapması gereken eğitim ve öğretimin yanında sanatı da kullanarak benliğini ve cemiyeti yükseltmektir. Bunlar için de ilk şart bağımsız olmaktır. Müslüman’ın esarete itaat etmesi doğru değildir. Tasavvufi açıdan baktığımız zaman, bir aşk gereklidir, aşk olmadan hiçbir şey olmaz; lakin bu aşk kişiye hareket etme gücü vermelidir.

İkbal denizinden son birkaç katre ile sözlerimizi bitirelim.

“Ben lâ-mekândan kaçtım, çünkü orada, gece yarılarını inleten feryat ve figanlar yok.”

“Toprağım ama sahralara sığmam; suyum fakat deryalara sığmam. Ben bir sırça şişeyim; lakin taşın yüreği benim korkumdan tir tir titrer.”

“Benim toprağıma tohum yerine gönül ektiler.“

“Ey gören, bana bak, beni gör. Bir bakışın feyzi ile beni var et. Bir şeyin zatının kemali, var olmaktır; bir gören tarafından görülmektir. Bilgimiz huzurunda bulunup da şuurumuzla aydınlanmamak, var olmamak demektir. Cihan bizim tecellilerimizden başka bir şey değildir. Biz olmasak ne renk, ne de ses vardır. Sen de cihanın sohbetinden yardım dile. Bakışını onun kıvrımları ile terbiye et.”

“Şu eski mabedi sen, bir avuç toprak mı sanıyorsun? O Hakk’ın macerasında bir ‘an’dır.”

“İlim bana ‘Aşk deliliktir’ dedi; aşk ise, ‘İlim ancak bir zan ve tahminden başka bir şey değildir’ dedi.“

“Aşk baştanbaşa huzur, ilim baştanbaşa perdedir.“

“İlim kitabın oğlu, aşk anasıdır.“

“Hayat sedefe, benlik ise nisan yağmuru damlasına benzer. Damlayı inci haline getirmeyen sedef ne acınacak haldedir!“

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir