Kesin İnançlılar [Eric Hoffer]

Kesin İnançlılar‘ı okurken, kesin inançlı olduğumu fark ettim. Nasıl olmayayım ki? İnsan gözlerini bir bilinmezliğe açıyor ve hayatı boyunca devam ediyor bu bilinmezlikler. Bir inanca sarılmasak yaşamımızın hiçbir anlamı kalmıyor. Özgür düşünce, özgür birey, sorgulayıcı zihin… bunların hepsi de palavra. Mutlu olmak istiyorsa bir insan hayatta, bir inanca sımsıkı sarılmak zorundadır. Bütün inançlardan önce Tanrı fikri gelir. Bir yaratıcının varlığına inanmadan bu hayatın beş paralık anlamı yoktur ve bugün de bitse yarın da bitecek olsa fark etmeyecektir. “Bir yaratıcı var ve benden bir şeyler istiyor” güzel bir başlangıçtır. Sonrasında yaratıcının başka insanları kendi düşüncelerimize uydurmak, uymayanları da katletmek için bize cevaz verdiğini düşünmeye başlıyorsak işte o zaman yoldan sapmaya başlamışız demektir. Eric Hoffer çalışmasında bir adet bireyin kendine güven duygusundan yoksunluk, terk edilmişlik, hayal kırıklığı içerisinde olma gibi duygularının benzerleri ile bir araya gelerek neler yapabileceğini görebiliyoruz. Tarih bunun örnekleri ile dopdolu. Fakat bu kitabı okurken bir şey dikkatimi çekti. Eric Hoffer de kesin inançlı bir Yahudi. Kitap boyunca bağnaz Müslüman ve Hıristiyanlardan bahsediyor fakat Yahudilere kolay kolay toz kondurmuyor. Japonların ya da Rusların kesin inançlarını eleştirirken Amerika’nın ne kadar özgür, güzel, mükemmel bir halktan oluştuğunu da veriyor alttan alttan.

Eric Hoffer bir yandan hamallık yapıp bir yandan da okuyarak kendini geliştiren bir kişiymiş. Bu açıdan takdir ettim fakat kesin inançlılar diye bir kitap yazıp da kesin inançlarından sıyrılamamış olması dikkatimi çekmedi değil. Yahudiliğini ve Amerikan vatandaşlığını da bir kenara bırakabilirdi rahatça. Bırakamadığına göre her insanın sarılmak zorunda olduğu bir inancının normal olduğunu kendisi de kabulleniyor demektir.

Kitap, kitle hareketlerini oluşturan kişilerden, liderlerden, bu hareketlerin gelişim, değişim ve sonuçlarından bahsediyor. Bir insanın bir kitle hareketine katılması için evvela hayal kırıklığına uğramış olması gerekiyor. Beklediği dünyanın bir türlü karşısına çıkmadığını hayal kırıklığı ile gören genç insan; varlıktan yokluğa düşmüş başka birisi; akla gelebilecek her türlü hayal kırıklığını yaşayan birey kitle hareketleri için en ideal tipi oluşturuyor. Yaşadığı dünyadan mutlu olan insan bu dünyanın sürmesini istediği için değişime karşı durur. Hayal kırıklığı yaşayan birey ise kendi başarısızlığını dünyanın kötülüğüne yorar ve dünyayı topyekûn değiştirmek ister. Tabi bunun için de sindirilmemiş olmaları ya da kaybedecek bir şeylerinin olmadığını düşünmeleri gerekir yani biraz cesaret. Bu cesareti bir de geleceğe olan inançla birleştirmek gerekir ki aksiyon olsun. Aksi takdirde hareket etmek manasızdır. Kitle hareketi ‘şimdi’yi hor görür, geleceği kutsar. Modernizm okumalarında, modernizmin geleceği bugüne çekme prosesi olduğunu idrak etmiştim. Kitle hareketleri de modernizmin uzuvlarından birisidir diyebiliriz belki de.

Kitle hareketlerini birey için çekici kılan bir diğer etken ise başka birisi olma isteğidir. Kişi kendisinden bıkmış, başka bir insan olmak istiyordur. Kendisini hakir gördüğü için bir davaya bağlanarak o davanın mükemmelliğinde kendisini eritmek arzusundadır.

“Kendini adamanın, sadakatin ve manevi teslimiyetin her çeşidi, aslında ziyan olan değersiz hayatımıza bir anlam verebilecek amaçlara can havliyle sarılmamızdır.”

Kitle hareketine katılmaya aday kişilerin bir diğer özelliği de toplumun en alt ya da en üst tabakalarına mensup olmalarıdır. Okyanusu geçerek Amerika’yı kuran kişiler ipten kazıktan kurtulmuş, suçlular, namussuzlar, ırz düşmanları, şeref yoksunu insanlardı. Bu namussuzların dışında, kitle hareketlerine katılma potansiyeli olan kimseleri sayarken başta yoksul kesimden bahsedilebilir. Kitabın yazıldığı dönemde kitle iletişim araçlarının bu kadar yaygın olmadığını düşünürsek yazarın ‘uyuşmuş’ yoksulları kitle hareketine katılma potansiyeline dâhil etmemesi bugün için geçerli değildir. Yazara göre yoksulluğa sonradan düşen, yoksulluğu kabullenemeyen kimseler potansiyel fanatikken, bugün maddi anlamda belli bir seviyenin altındaki herkes fanatizm adayıdır bana göre. Hele ki orta sınıf yavaş yavaş yok oluyor, Eric Hoffer’in kutsadığı kapitalizm ense köküne çip takılmış bir insanlık oluşturmaya çalışıyorken her dünya vatandaşı her an fanatizme aday olabilir. Belki de yirmi birinci yüzyıl kitle hareketlerinin yüzyılı olacaktır.

Yazara göre özgürlük de kişinin kitle hareketine katılması için bir nedendir. Seçme özgürlüğü örneğin, vatandaşın sırtına binmiş bir yüktür. Seçim yaparak idarenin iyilik ya da kötülüğüne ortak olmak istemeyen özgüveni zayıf birey birileri kendi adına karar versin ister. Burada yine Hoffer’in bir mantık hatası yaptığını düşünüyorum âcizane, seçme özgürlüğü bugünkü demokrasilerde bir gösteriden başka bir şey değildir. O kadar da ağır sorumluluk hissetmiyor seçmenler, ya da hissetmemeli.

Yeteneğini kaybeden sanatçı, yazar, bilim insanı ya da zanaat sahibi er ya da geç kitle hareketine katılacaktır diyor Hoffer. Vatanseverlik, ırkçılık ve mukaddesatçılık da bu hareketlere örnek olarak veriliyor. Bu kitabın daha çok Hitler’in arkasından atmak, Komünizme karşı liberalizmi yüceltmek için yazıldığı düşünülürse mantıklı bir bağlantı var. Tek tip insan yaratmaya çaba gösteren komünist düzenin karşısında sanatı ve bilimi merkeze oturtan özgür Amerika Birleşik Eyaletleri. Yaşa, var ol.

Aile bağları da kitle hareketleri için önemli bir etken. Kuvvetli aile bağları kişilerin maceraya atılmalarına engel oluyor. Hakikaten de katılıyorum bu görüşe. Aile bağlarını zayıflatmaya çalışan hareketler bu bağlar zayıfladıkça kuvvetlenir. Kitabın yazıldığı dönemlerde Sovyet Rusya aile ve din konularında olumlu bir eğilim izlemekteymiş. Konuya vakıf değilim fakat bu da çok mantıklı. Hareket amacına ulaştıktan sonra başka kitle hareketleri olmasın diye bu bağları yeniden kuvvetlendirmek en iyisi.

“Sömürgede egemen gücü oluşturan yabancıların politikası, yerli halk arasında cemaat birliğini desteklemek ve aralarındaki kardeşlik duygusunu ve eşitliği teşvik etmek olmalıdır.” Bu görüşlerini Hindistan istilası sırasında şiddet gösteren İngiltere’yi eleştirerek tamamlıyor yazar. Halkı birliğe yönlendirselerdi başarılı olacaklardı diyor ve hayıflanıyor.

Kitle hareketlerinin bir diğer potansiyel katılımcısı da bunalanlar, yazara göre. Evde kalmış kızlar ve orta yaş üstü kadınlar evde oturup örgü öreceklerine kitle hareketlerine katılıyorlarmış. Nazizm’in ve İslamiyet’in gelişmesinde mühim rol oynamış orta yaş üstü kadınlar. Nazizm’i bilmem ama İslam’ın böyle kategorize edilmesini komik buluyorum. Biraz da İslam Tarihi okusaymış rahmetli Hoffer keşke. Kadınların İslam’a bağlanmalarının tek sebebi sadece evde oturmaktan doğan can sıkıntısı mıydı daha iyi anlardı.

Kitabın en fazla yer kaplayan bölümü kişilerin nasıl savaşmaya ve ölmeye hazır duruma geldiklerini anlatıyor. Kolektif bir topluluğun kimliğini taşımak, kişiye hayali bir kişilik tanımak, şimdiki zamanın küçümsenmesi ve var olmayan, henüz gelmemiş olan geleceğe ilginin kaydırılması; kişiyle gerçek arasında bir perde olacak şekilde bir öğretinin yerleştirilmesi bu yollardan bazıları. Nefis terbiyesinin kişiyi kibirli yaptığını anlatıyor yazar. Bu konuda yorum yapamayacağım fakat insanın nefsini terbiye etmesi bana onurlu bir davranış gibi geliyor. Nefsini terbiye etmeyen insanın hayvandan farkı ne ki? Belki de kesin inançlılardan olduğum için böyle düşünüyorum. Şehitlik fikrinin, özgür düşünceli bir insana makul gelmeyeceğini de söylüyor. Tüm bunları söylerken ara ara Siyonizm’i de övmüyor olsa bana belki samimi gelirdi fakat ne yazık ki Hoffer de benim gibi ve diğer tüm ölümlüler gibi kesin inançlı.

“Görülmeye ve duyulmaya değmeyen gerçeklere gözlerini kapamak ve kulaklarını tıkamak kesin inançlının özel bir yeteneğidir ve bu onun eşsiz cesaret ve azminin kaynağıdır.” 

“Bir öğreti anlaşılmaz fakat inanılır olmalıdır. İnsanlar ancak anlamadıkları şeylerden kesin emin olurlar. Anlaşılır bir öğreti güçten yoksundur.” 

“Kesin inançlı kişi şaşırmaz ve tereddüt etmez. Onun şaşmaz öğretisi, dünyanın bütün sorunlarının çözüm yolunu bilir.”

Kitabın önemli bir bölümü de fanatiklere ayrılmış. Yazarın çoğu fikri çok mantıklı ve gözlem yapıldığı takdirde gerçek olduğu ortaya çıkacak cinsten fakat ne yazık ki yazarın samimiyetine inanmadığım için söylediklerini de ciddiye almadan önce iki kere düşünmek zorunda kaldım. Fanatiklere verilen örnekler ülkemizde yaşayan bazı tip Müslüman profiline tıpa tıp uyuyor. Allah’tan geldiğine inandığı kitabı bir kere bile açıp okumadan savunan kimse fanatik değil de nedir. Kuran’da bahsedilen, atalarının dinini bırakamayan insan tipi ile bugün atasından öğrendiği Müslümanlığı üzerine bir tuğla bile koymadan yaşayıp giden insan arasında fark var mıdır? Fanatizm ile cahillik belki de aynı başlık altında incelenebilir.

“Bir kitle hareketi lideri -Musa’dan Hitler’e kadar- bütün ilhamını yüzlerini havaya kaldırmış olan halk kitlelerinden alır ve bu kitlelerin homurtusu onun kulağına Tanrının sesi gibi gelir. “

Kitle hareketlerinin en temel davranış biçimi nefrettir. Nefret olmaksızın kitle hareketi olmaz. Naziler, Yahudilere duydukları nefretin etrafında birleştiler. Yazar da Nazilerden nefret ediyor fakat dolaylı olarak anlatıyor bunu. Yahudilerin dünyada bu kadar da etkin olmadıkları, hepsinin Hitler’in abartısı olduğu gibi bir sonuç bile çıkarılabilir yazarın dediklerinden.

Kitabın sonuna doğru kitle hareketlerinin liderlerinin vasıflarından bahsediyor yazar. Kitle hareketinin başlangıcında liderin söz üstadı olması gerekiyor. İyi bir hatip, toplulukları peşinden koşturacak bir lider. Ardında ya lider değişecek ya da liderin tarzı değişecek. Bir sonraki aşamada lider söz üstadından eylem adamına dönüşmezse hareket yarım kalacaktır. Bu kısımda yazar uzun uzun bu tür bir liderin profilini çiziyor ve Hitler, Mussollini, Stalin örnekleri üzerinden çözümlemelerde bulunuyor.

190 sayfalık hacmi küçük, düşünce yoğunluğu fazla bu eserde kesin inançlılık üzerine çok güzel gözlemler olduğu gibi, yukarıda da bahsettim, yer yer kesin inançlılık emareleri de bulunuyor. Yazarının görüşlerini takdir etmekle birlikte okurken biraz dikkatli olmak gerekiyor diye düşünüyorum. Bir gün kesin inançlarımdan kurtulursam (Allah’ım muhafaza buyur) daha fazla beğeniyle yaklaşabilirim bu kitaba fakat şimdilik çok şükür kesin inançlarımla mutluyum. Plato Film Yayınları’na; çeviren Erkıl Günur’a teşekkür ederim emekleri için.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir