Kendini Arayan Adam [Mihail Nuayme]

Kendini Arayan Adam, Arkaş. İnsanın yüzbinlerce yıllık yolculuğu. Kimim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum. Arkaş kim olduğunu bilmiyor. Nereden geldiğiyle ilgili en ufak bir fikri yok. New York’ta bir Arap kahvehanesinde kahve taşıyor insanlara. Konuşmuyor. Sadece akşamları kahvehanenin arka odasına çekildiği zamanlar yolculuğunun notlarını alıyor.

“Doğruluk niyetle olur, ifadeyle değil. Çünkü ifadeler niyetleri örter. Bunun için insanlar, doğrucuları ve yalancıları birbirine karışık sürekli bir azap içindeler.”

“Sözler doğru ve yalandan ibarettir. Susmak ise hilesi ve yalanı olmayan bir doğrudur.”

Arkaş susmayı tercih etmiş. Kimse onun konuştuğunu görmüyor.

“İnsanlar bir sabah uyanıp kendilerinin ve başkalarının adlarını unutsalar ne olurdu acaba, bir bilebilsem! Kayıtlarının yok olmasıyla hayatları da yok olmaz mı? Çünkü onların her biri hayat ve anlamı için değil, adı için ve adıyla yaşar. İnsanoğlu adını kayıtlardan silersen, hayattan da silindiğini zanneder.”

Arkaş’ın adı da yok. Kendine bu isimle seslendikleri için kendisi de Arkaş olmayı kabul etmiş. Sabrediyor. Sabır ve sessizliğin her şeyi elde ettiğini düşünüyor. Akşamları bazen çıkıp yıldızları arıyor. Kendini arama seyahatinde gökyüzünden bir işaret bekliyor: “Ona, hayatta başkalarının cebinden kendi cebine para aktarmaktan başka bir düşüncesi olmayan bir insana, yıldızları temaşa ettiğimi mi söyleseydim? Yıldızları ve dalgaları seyretmenin, kahve pişirip müşterilere vermek ve onlardan para almaktan daha iyi olduğunu nasıl anlatabilirdim?”

Kitapta Arkaş duyguların temsilcisi. Şin, kahvehane sahibi, ise maddeyi temsil ediyor. İnsanın kötü özellikleri, açgözlülüğü, hikmete olan körlüğünü Şin temsil etmiş. Her gün dünya kadar emir yağdırıyor çalışanına. Sürekli azarlıyor, şikayet ediyor, iyilik yaptığı düşüncesiyle başına kakıyor ayda beş dolarlık maaşını.

Eğer insanoğlu Allah’ı bilseydi, insanları Yahudi, Hıristiyan, Müslüman, Budist ve putperest diye bölmez; bir insan diğer insanın kanını akıtmaz ve Allah adına birbirinden nefret etmezdi.”

“Fakat insanlar yeryüzünü müşterek bir miras olarak algılar ancak onu müşterek olarak kullanmadılar; tam aksine onu bölüştüler ve hala da bölüşme yüzünden anlaşmazlık içindeler.”

“Herkesin, benim karın tokluğuna çalıştığım gibi çalışması lazım. Çocukların ve yaşlıların ise güçlülerin himayesinde yaşamaları gerekir. İşte o zaman insanlar tek bir aile olurlar. Yeryüzünün arazileri o ailenin toprakları olur. İşte o zaman beden uğruna harcadıkları vakit ömrünün çok az kısmını teşkil eder. Kalan vakit ise ibret içindir, derin düşünmek içindir, insanda gizli olan tanrıyı keşfetmek içindir. Alışverişte insanlığın mutsuzluğu yatar, alıp vermede ise kurtuluşun anahtarı.”

Allah’ın sınamacı değil de öğretici… olduğunu söylüyor bir yerde Arkaş. Allah bizi sınav etmiyor, öğrenelim diye göndermiş dünyaya. İlginç bir bakış açısı.

“Acaba hakikatin bütün düşmanlıklardan nefret ettiğini ve hep batıl için kavga etmiş olduklarını ne zaman anlayacaklardır.”

“Musibet ise cehaletten başka bir şey değildir. Musibetin kaynağı ve manası cehaletimiz oranında ağır, bilgimiz ölçüsünce de hafif olur.”

“Arkaş, gökyüzü ve yeryüzündeki her şeye sahip, zaten hepsinden yaratıldı ve hepsiyle iç içe yaşıyor.”

“Köle, köle pazarında alınıp satılan değil, kalbi köle pazarı olandır.”

“Hayatımda eğer bir problem varsa o da sadece kendimi tanıma merakımdır. Ben içime bu merakı tutuşturanın, beni merakımı giderecek cevaba götüreceğinden eminim.”

“Ey sapan, kazma ve tırpanın kutsallığı! Ey körük, örs ve çekicin kutsallığı! Ey balta, testere ve keskinin kutsallığı! Ey dokuma atölyesi, iplik ve dokuma tezgahının kutsallığı! Ey kağıt, hokka ve kalemin kutsallığı! Ey ormanları ve toprağı kazıp gemileri suda ve havada yürüten nimet! Ey şimşeğe gem vurup onu düşünmeye vesile, göze ışık yapan nimet! Ey yaratıcı çalışma nimeti! Ey en büyük nimet! İnsanları ve cehaletlerini affetmeyecek misin? Çalışanı ve çalışmayanı, çalışkanı ve tembeli, iyimseri ve kötümseri, inananı ve inanmayanı, müsrifi ve tutumluyu affet! Mazeretleri olmadan ve çalışmanın onurlarını düşüreceğini şereflerine halel getireceğini düşünerek çalışmayanları affet! Onların hepsini affet. Çünkü onlar bugüne kadar hangi kutsal nimetten zevk alacaklarını öğrenemeden senden faydalanıyorlar.”

“Ey özgürlük. Yüzünü gördüm ve kör oldum. Kokunu duydum ve sarhoş oldum. Yüzün gündüzün gözünde bıkkın bir halde kaçan bir ışık gibi. Kokun da gecenin kalbinin bir benzerini duymadığı bir misk gibi. Yüzünü bir kez gören kimse gözlerini bütün gözlerden uzak tutar. Bir kere kokusunu süren kimse, burnunu yer yüzünün diğer kokularına tıkar.”

“Sevgimi elimle kurban ettim. Çünkü o, bedenimin tahammül edebileceğinin ve ruhumun arzulayabileceğinin çok ötesindeydi.”

Arkaş’ın hikayesinden alıntılarım bunlar. Mihail Nuayme Lübnan’lı bir yazar. Hikayesini anlattığı Arkaş’la benzer bir hayat hikayesi olduğunu anlatıyor kitabın önsözünü yazan aynı zamanda çevirisini yapan Hüseyin Yazıcı. Kelimelerle ifade edebileceğimi zannetmiyorum ama deneyeyim: Kelimelerle duyguların derinine inmeye çalışan bir eser. İnsanlığın uğraşısının aslında özüyle kıyaslandığı zaman komik/saçma/biçimsiz olduğunu anlatıyor. İnsanın yolculuğu dünyadan ahirete ya da doğumdan ölüme değil de sanki kendisinden kendisine giden bir yolculuk. Kendi varlığını keşfetmesi, derinine inmesi gerekiyor. Yazar burada hafızasını kaybetmiş bir adamın kişiliğinde bu yolculuğun bir kısmını anlatmaya çalışmış. Bence gayet başarılı da olmuş. 1988 yılında dünyasını değiştiren Mihail Nuayme’ye, çeviriyi yapan Hüseyin Yazıcı’ya ve kitabı basan Kaknüs Yayınları’na teşekkür ediyorum 140 sayfalık kısa ve fakat derin eser için.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir