Kar [Orhan Pamuk]

İki gündür bu kitapta benim içime sinmeye şey ne diye düşünüyorum. İçine kapanık, yalnız ve mutsuz bir şairin üç günlük fazlasıyla kar yağışlı bir kar seyahati. (Kitabı okurken üşüdüm ve şairin paltosuna sarıldım.) Bu üç gün boyunca gerçekleşen gerçeküstü onlarca hadise. Şairin aşkı. (Şair Ka bu kadar yalnız ve mutsuz bir insan olmasa kitaba bir aşk romanı diyebilirdim ama kitap alenen bir mutsuzluk romanı). Bunların haricinde romanın beni sarmayan tarafı bir yazarın yabancısı olduğu bir ülkeye gitmiş de buradan bahsediyormuş gibi bahsetmesi Kars’tan. Orhan Pamuk Kars’a değil de Yeni Delhi’ye gitmiş ve buradan yazmış olsaydı bu romanı daha fazla içime sindirirdim. Siyasi olaylar, İslamcılar, Kürtçüler, Atatürkçüler, bunların arasındaki çatışmalar anlatılırken adeta Türkiye’den dış dünyaya bir mesaj gönderiliyormuş gibi olmuş. Olur olmaz her yere serpiştirilmiş “Kürt” kelimesi de bu mesajın ana fikri. Birisinden bahsederken hiç lüzumu yokken Kürt teyze diyor mesela. Bu ülkede binlerce Kürt teyze var ama kimliklerinin baskın unsuru yazarın üzerine vurgu yaptığı gibi Kürt olmaları değil. Benim bu kitapta içime sinmeyen şey Orhan Pamuk’u bir Türk yazarını okur gibi değil de bir çeviri romanı okur gibi okumuş olmam.

İletişim Yayınlarından çıkan kitap 430 sayfa. Aşağıda şair Ka’nın mutsuzluğundan ve çocukluğuna duyduğu özlemden bahsedilen birkaç alıntı var.

“Ne diyeyim onlara? Ne için geldin buraya?”
“Bilmiyorum.”
“Biliyorsun, ama utançtan gene söyleyemiyorsun.” Bir sessizlik oldu. “Buraya mutsuz olduğun için geldin,” dedi Necip.
“Nereden anlıyorsun bunu?”
“Gözlerinden: Senin kadar mutsuz bakan birini görmedim hiç… Şimdi ben de hiç mutlu değilim; ama gencim ben. Mutsuzluk bana güç veriyor. Bu yaşta mutsuz olmayı, mutlu olmaya tercih ederim. Kars’ta ancak aptallar ve kötüler mutlu olabilir Ama senin yaşına geldiğimde sarılacak bir mutluluğum olsun isterim.”

Annesi bu halini görseydi dünyada bir tek o çok üzülür, saçlarını okşayarak onu teselli ederdi. Kenarları buz tutmuş pencerelerden Kars’ın soluk ışıkları, ev içlerinin turuncumsu rengi gözüküyordu. Kar bu hızla günlerce, aylarca yağsın, Kars şehrini kimsenin bir daha bulamayacağı kadar örtsün, uzandığı bu yatakta uyuyakalıp, annesiyle birlikte güneşli bir sabah kendi çocukluğuna uyansın istedi.

“Bütün hayatım yoğun bir kayıp ve eksiklik duygusuyla yaralı bir hayvan gibi acı çekerek geçti. Belki de sana bu kadar şiddetle sarılmasaydım, sonunda seni o kadar kızdırmaz, başladığım yere, on iki yılda bulduğum dengeyi de kaybederek geri dönmezdim,” diye yazmıştı Ka. “Şimdi içimde gene o dayanılmaz kayıp ve terk edilmişlik duygusu var, bu her yerimi kanatıyor. Bendeki eksikliğin bazan yalnız sen değil, bütün dünya olduğunu düşünüyorum,” diye yazmıştı. Bunları okuyordum, ama anlıyor muydum?


“Çocukken mutlu muydun?”
“İnsan mutluyken mutlu olduğunu bilmez. Yıllar sonra, çocukken mutlu olduğuma karar verdim: Aslında değildim. Ama sonraki yıllardaki gibi mutsuz da değildim. Mutlu olmakla ilgilenmezdim çocukluğumda.”
“Ne zaman ilgilenmeye başladın?”   “Hiçbir zaman,” diyebilmek isterdi Ka ama hem doğru değildi bu, hem de fazla iddialıydı. Gene de böyle söyleyerek İpek’i etkilemek geçti bir an içinden, ama şimdi İpek’ten beklediği etkilenmekten daha derin bir şeydi.   “Mutsuzluktan hiçbir şey yapamaz olunca, mutluluğu düşünmeye başladım,” dedi Ka.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir