İşe Un Sermek

Önce toprak uyanıyor. Sonra çekirgeler, karıncalar, kuşlar. Sonra yavaş yavaş ayağa kalkıyor bütün mevcudat. Her güneş doğuşunda yeniden kuruluyor dünya. İnsanlar gözlerini açıyorlar bir bir. Sonra da işlerine bakıyorlar. İnsan kadar çeşitli insanın uğraştığı işler. Kimi daireye koşuyor kimi tarlaya, kimi dükkânını açıyor kimi tablasını. Sonrasında aynı oyunun bir başka versiyonunu doğaçlama oynuyor bu tiyatronun oyuncuları. Ekseriyetle oyun olduğunu bilmeyerek. Hafta başları oluyor. Pazartesiler kapitalizmin kutsal günleri. Kapitalizm de bir din gibi rağbet görüyorken bu zamanda, kutsal günsüz olmaz tabi.


      Herkesin peşinde koştuğu hep o aynı şey. Para.
      İki çeşide indirgiyoruz çalışanları basit olsun diye. Kamu çalışanları ve özel sektör çalışanları olarak. Kamu çalışanları maaşlarını peşin alıyorlar. İşe geldiklerinde paralarını çoktan ceplerine koymuş oluyorlar. O yüzden bir rahatlık var içlerinde. Özel sektör çalışanlarının durumu biraz farklı. İş sahibi ya da çalışan da olsalar kazanmak için emeklerini peşin vermek zorundalar. Göstermedikleri çaba için peşin para veren bir kuruluşları yok ne yazık ki. Bu yüzdendir ki biraz daha yoğun çalışırlar özel sektör çalışanları. Bir özel sektör kuruluşunda çalışanları ilgisiz görürsek hemen garipseriz. Devlet dairesine benziyor burası deriz. O kadar yerleşmiştir ve alışılmıştır özel sektörde çok çalışılıp kamu sektöründe daha az çalışılmasına.


     Bazıları işe un serer. Sosyal bir varlık olmamız hasebiyle çalışan insanlarla işimiz oluyor sürekli. Özel veya kamu fark etmiyor. Her iki durumda da aslolan karşıdaki insanın maddi veya manevi menfaati, bizden beklentisi oluyor. Kamu çalışanları paralarını peşin ceplerine koydukları için bir işimiz düştüğü zaman bizle canla başla ilgilenmezler. Kişiliklerine kalmıştır işlerine verdikleri önem. Gerçekten karakter sahibi insanlar mevcut. Ekmeğine saygı gösteren, sahip çıkan insanlar. Sizin işiniz için samimi emek sarf eden kamu çalışanları var. Fakat ne yazık ki azımsanamayacak kadar büyük sayıda kamu çalışanı “bu işten benim cebime bir şey girmiyor” mantığıyla yaklaşır işe. Halka hizmet için orada olduğu gerçeğinin üzerinde durmaz. Sizi başından savmaya çalışır. Burnunun ucuyla konuşur. İşe un serer. Yapmaya gönlü olmadığında seriliyor işte işe un.
     Özel sektör çalışanlarının da yer yer işe un serdikleri olur. Karşılarına çıkan kişiden maddi ya da manevi bir menfaatleri yoksa özel sektör çalışanları da burunlarının ucuyla konuşmaya başlarlar. Sizi bir an önce başlarından savmaya çalışırlar. Bunun en bariz örneği sosyal faaliyetlerin ülkemizde çok az ilgi görmesi. Neticede kendisine para getirmeyecek bir iş için yatırım yapmayı sevmez kimse. Bazısı sırf manevi menfaat için yapar. Yaptı desinler diye. Böylesi bir iş için kapısını çaldığınız insan hemen işinize un serer. Teşekkürlerini takdirlerini bildirir ve sizi savar başından. Ticaretle uğraşanların da sık sık başkalarına işi düşer. Yakın bir ahbabı değilse işinin düştüğü kimse ve de işten bir çıkarı yoksa karşıdaki; hemen işe un serer. Burnunun ucuyla konuşmaya başlar. Üfleyip, pöfler elinden kurtulmak için karşısındakinin.
     Eskiler bir insanın karakterini tahlil etmek için onunla bir ortamda bulunacaksın ya da seyahat edeceksin demişler. Son yıllarda halı sahada maç yapmayı da eklemiştik biz. Gerçekten mihenk taşı gibi o maçlar. En mülayimdeki hırsı, en uysaldaki isyanı, en mütevazideki kibri görmek için halı sahada maç yapmak lazım. Biz şimdi bu listeye bir yenisini ekliyoruz biz. Bir insanın karakterini iyi tahlil edebilmek için ona işiniz düşmeli. Karakterli insan mecbur olmadığı işi yaparken, kendisine para ya da başka menfaati dokunmayacak bir işle uğraşırken belli oluyor. Maaşını peşin alıp cebine koymuş olan memur sizin işinizi görmek için ter döküyorsa alnından öpmek geliyor içinizden. Para ya da desinler kazanmadan ihtiyacı olanlara yardım eden insana saygı duyuyorsunuz. Hiç bir menfaati yokken sizin işinizi görmek, sizi sıkıntıdan kurtarmak için çaba gösteren insanlara saygı gösteriyorsunuz. Çıkarının olmadığı her işe un serenlere değil…

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir