İlca

Belediye seçimlerinin yaklaşmasıyla birlikte aday adaylığı süreci de kızıştı. Belediye seçimleri yaklaşmadı aslında, herkes önce davranarak kamuoyunda daha fazla görünmek, daha fazla puan toplamak istiyor. Uzunca bir süre gündemi meşgul edecek bu seçim muhabbeti. Aday adayları ortaya çıkacak, her aday adayı kendisinin ne kadar güzel, ne kadar şirin olduğunu ifade edecek. Bütün adayların tek bir gayesi olacak o da “halka hizmet”. Her biri birbirinden dürüst, birbirinden çalışkan, birbirinden yetenekli ve eğitimli olduğunu iddia edecek. Açık öğretimler yanlışlıkla örgün olarak telaffuz edilecek, örgünler Oxford olacak. Kısaca her Musa’nın boyu en az 3 metre olacak.

Bu seçim süreçlerini şaşkınlıkla izlerim hep. İstesem de istemesem de adaylar hakkında bilgi edinmek zorunda kalırım. Başlıkta kullandığım kelimeyi merak etmişsinizdir. İlca etmek, zorunda bırakmak demek. Seçim süreçlerinde bana basın-yayın yoluyla ulaşamayan adaylar kapımın önünde davul çalarak ya da daha kötüsü caddelerde büyük hoparlörlü, yüksek desibelli araçlar dolaştırarak kendileri hakkında bilgi sahibi olmamı kaçınılmaz hale getiriyorlar. Ben de siyasetten bir kere daha nefret ediyorum böylelikle.

Bir kaptan, sefere çıkmadan önce tayfa arıyormuş. Üç kişi gelmiş yanına, birincisi “Ben çok uzakları görürüm” demiş; ikincisi “Ben dünyanın en iyi kulağına sahibim, en uzaktaki sesleri duyarım” demiş. Üçüncüsüne bakmış kaptan; o da “Ben sıkılırım” demiş. Kaptan merak duygusuyla üçünü de işe almış. Gemi sefere çıkmış nihayet. Okyanusta fırtınalara tutulmuş, karayı görememişler aylarca. Bu günlerde iyi gören tayfa uzaklara bakmış ve “Kaptan” demiş, “Buraya yedi günlük mesafede bir deniz feneri görüyorum. İçinde de tel gözlüklü, beyaz sakallı yaşlı bir fenerci var.” Bunun üzerine iyi duyan tayfa elini kulağına atmış: “Evet kaptan, arkadaşım doğru söylüyor.” demiş. “Yaşlı fenerci merdivenlerden inerken ayak seslerini duydum. Hatta tel gözlüğünü düşürdü de, tık diye bir ses çıktı. Kaptan ne diyecek diye üçüncü tayfaya dönüp bakmış merakla. Üçüncü tayfa ” İşte kaptan” demiş. “Ben yıllardır bunların palavralarını dinler, sıkılırım.”

Ben de yıllardır belediye seçimlerinde olsun, milletvekili seçimlerinde olsun, adayların anlattıklarını dinler sıkılırım. Herkes sanki aynı kalıptan çıkmış gibi aynı sözleri tekrarlar durur. Amaç halka hizmet edip Hakk’a hizmet etmektir. Adayların hepsinin de çok detaylı plan ve programları vardır. Her şey çok farklı ve güzel olacaktır. Rönesans ressamları gibi cennet tasvirleri çizip dururlar.

Sonra ne olur? Sonra herkes aya giderken Malatya yaya kalır. Planlar tutmaz, programlar uygulanamaz, bütçeler yeterli olmaz, değişik engeller çıkar. Ya un olmaz ya yağ. Ya da aşçı bulunamaz fakat bahanelerin hepsi de geçerlidir.

Bunların hiçbirine gerek yok. Birisi çıksa: “Egomu tatmin etmek için aday oluyorum, maksat namım yürüsün, ismim yıllarca ansiklopedilerde, wikipedia’larda geçsin. Bu esnada tabi ki farklı ve güzel işler yapıp ismimi daha da parlatmak için çabalayacağım” dese “işte gerçekten samimi bir insan” diyeceğim. Ya da daha güzeli, birisi çıksa ve kazansa aday olduğu makamı. Zerre menfaat edinmeden kendisine ve çevresine, insanlara sadece insan oldukları için kıymet verse, kimseden üstün olmasa, herkes gibi olsa… Yolda yürürken rastlanabilir, bir sıkıntı olduğunda karşısına çıkılabilir olsa. Belediye otobüsüyle seyahat etse, memleketi karış karış, şahıs şahıs bilse. Mevzuya kendi benliğinin penceresinden değil de bu memleketin insanlarının gözünden bakabilse. İşte o zaman bu memleket, bu Malatya yine çocukluğumuzda yaşadığımız o masal şehrine dönüşecek.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir