Hüsrev ile Şirin [Nizâmi]

Hüsrev ile Şirin’i okurken şöyle not almışım: “Mesnevi gibi, Bostan-Gülistan gibi, Fihi Mafih gibi hep ibretli sözler var.” Beni gülümseten, kitabın yazarı Nizâmi hakkında bilgi edinmek için girdiğim Wikipedia sayfasında şu ibareye rastlamam oldu: “Eserleri kendinden sonraki şair ve düşünürleri etkileyerek Sadi-i Şirazi’nin Bostan’ında, Mevlana Celaleddin Rumi’nin Mesnevi’sinde, Emir Hüsrev Dehlevi’nin Hamse’sinde, Arif Erdebili’nin Ferhadnamesinde, Ali Şir Nevai ve Abdurrahman Cami’nin “Hamsal”larında, Fuzuli’nin Leyla ve Mecnun’unda yeniden işlenmiştir.”

Nizâmi, İranlı bir şair ve 12. yüzyılda yaşamış, eserlerini vermiş. Doğu edebiyatının kendine özgü tarzıyla, aynı konuların defalarca farklı kalemler tarafından yeniden ve yeniden işlenmesinin örnekleri çoktur. Leyla ile Mecnun’un Nizâmi dâhil onlarca şair tarafından işlenmiş olması gibi Hüsrev ile Şirin de çokça işlenmiş olan bir konudur. Önemli olan hikâyenin ne olduğu değil, nasıl söylendiğidir. Batı edebiyatının aksine, doğu edebiyatında tekrarlar önemli bir yer tutar.

Nizâmi’nin Farsça kaleme aldığı bu eseri ne yazık ki orijinal dilinden okuyamıyoruz. Dilimize Sabri Sevsevil tarafından düzyazı olarak çevrilen bu eseri okurken şiir olarak mükemmel dizelerin olduğunu düşündüm, bazı dizelerin altını da çizdim ki orijinal metin bir gün elime geçerse anlamasam dahi şiirin kendine has o musikisini duyabilmek için tekrar okuyayım. Hayranı olduğum birçok divan şairinin ve hatta bizim divan şiirimizin komplesinin Nizâmi gibi İranlı şairlerden etkilenmiş oldukları gün gibi ortada. Eminim ki divan edebiyatımızda işlenmiş olan konular kadar kullanılan kalıplar da çoğunlukla Fars edebiyatından alınmadır.

Sözü uzatmadan elimdeki kitaptan bahsedeyim. Nizâmi’nin Hüsrev ile Şirin adlı eseri, Sabri Selsevil çevirisiyle “özensizce” Kabalcı yayınları tarafından basılmış. Özensizce diyorum zira o kadar fazla kelime hatası var ki, metnin akışkanlığını bozuyor. MEB’in 1955 baskısının esas alındığı yazmış girişte fakat keşke birazcık gözden geçirselermiş.

Kitap, Sabri Sevsevil’in önsözü ile başladıktan sonra sözü Nizâmi’ye bırakıyor. Nizâmi, bu tür eserlerin klasik girişi ile esere başlıyor. Önce Allah’a dua, tövbe ve istiğfardan sonra peygamber efendimizi övüyor ve ardından devrin padişahına övgüler sıralıyor. Devrin padişahı, Selçukluların son padişahlarında olan Tuğrul’dur. Selçuklular, bilindiği gibi İran kültürüne muazzam önem vermiş ve onu korumuş bir sülale.

Eserin yazım aşamalarından da bahsettikten sonra hikâyeyi anlatmaya başlamış şair. Hüsrev, İran tarihinde var olan padişahlardan birisidir. Henüz genç bir şehzadeyken kendisine batıda hüküm süren kadın bir hükümdardan bahsedilir. Mehinbanu adlı bu kadının Şirin adında bir yeğeni vardır ki güzelliği ile dillere destandır. Bu övgüleri duyan Hüsrev, gıyabında Şirin’e âşık olduğu gibi aynı övücüler Şirin’i de bularak ona Hüsrev’in resmini gösterirler ve aşk ateşini iki tarafta da yakarlar. Hatta Şirin öyle kendinden geçer ki, halasını bırakıp Hüsrev’e kaçmaya karar verir ve kadın haliyle atlayıp Hüsrev’in ülkesine doğru yol alır. Hüsrev de batıya doğru yol almıştır, birbirleri ile karşılaşır ve kim olduklarını hissederler fakat kader onları orada birleştirmez. İkisi ayrı yerlerde uzun süreler gâh kırmızı renkli şaraptan içerek gah müzik terennüm ederek gün geçirirler.

“Hayattan elimizde kalan fırsat, yalnız bu gündür, hatta akşama kadar ona bile itimat edilmez.”

Tekrar birbirlerini ararlar bir zaman sonra fakat bu defa da Hüsrev’in babası ölür ve tahta oturmak zorunda kalır. Bir yandan dünya işleriyle uğraşıp bir yandan Şirin’le vakit geçiren Hüsrev, evlenmeksizin Şirin’e kavuşmak ister fakat bu isteğinde reddedilir. Reddedilince küser ve Rum tarafında sefere çıkar: “Hayatın yarısı keyif sürmek içinse diğer yarısı da iyi nam bırakmak içindir.”

Rum seferi sırasında Bizans İmparatoru’nun kızı Meryem ile evlenir. Şirin de halasının yanında devlet işlerini öğrenmektedir. Sonunda tahtı Şirin’e bırakan hala vefat eder. Bir müddet kendi ülkesini idare eden Şirin aşkının etkisiyle tacı tahtı bırakıp bir köşeye çekilir.

“Bir kalıba mağrur olma ki o, sonunda çiğnenecek bir avuç topraktır.”

“Ve sen, hiçbir fakire hakaretle bakma, zira o da kendi âleminde bir sultandır.”

“Her ele gelen inci delinemeyeceği gibi, dile gelen her söz de söylenmez.”

Hüsrev devlet işleriyle uğraşır, Şirin köşesinde inziva halindeyken Ferhat ortaya çıkar. Ferhat, kendi halinde bir sanat ehlidir. Şirin her gün içeceği süte ulaşmakta zorlanmaktadır ve Ferhat’tan yardım ister. Ferhat, Şirin’in hayvanlarının sütünün geçip köşküne ulaşacağı bir boru hattı oluşturur ve bu esnada gönlünü Şirin’e kaptırır. Aşkı ile çöllere düşer, inler durur. Bunu duyan padişah Hüsrev sinirlenir ve Ferhat’ı sarayına çağırtır. Ferhat’la atışır ve fakat bakar ki bu âşıkla sözle baş edemez. Ona sorunlu bir iş teklif ederek başında savmayı planlar. Geçişi müşkül bir dağ vardır, bu dağı delip yol açarsa o da Şirin’den vazgeçecektir. Bunu kabul eden Ferhat dağı delme işine girişir. Bu sırada bir kere Şirin gelip Ferhat’la hal hatır eder fakat Şirin’in aklı hep Hüsrev’dedir.

Ferhat’la Şirin’in karşılaşmasını duyan Hüsrev deli olur ve kötü kalpli bir adamı Ferhat’a gönderir ve Şirin’in öldüğü haberini verdirir ona. Bunu duyan Ferhat yıkılır ve ah ederek ölür.

“Devran gam verip can almaktan başka bir iş bilmez.”

Buna çok sevinen Hüsrev’in karısı Meryem de bu sıralar vefat eder ki Hüsrev neredeyse göbek atmaya başlar. Artık Şirin’le arasında bir engel kalmamıştır fakat yine bir eğlence âleminde kendine İsfahanlı Şeker diye bir güzelden bahsedilir. Bu defa da Şeker’in peşinden koşturan Hüsrev bir süre de onunla gönül eğlendirir fakat sonunda Şeker’den de bıkar. Burada şair Şeker ve Şirin karşılaştırması ile bayağı söz sanatları yapıyor fakat biz nesir olarak okuduğumuz için detayını anlayamıyoruz.

Nihayetinde Şirin’i ikna eden Hüsrev onunla evlenir ve sonsuza kadar mutlu yaşayacakken ayağına gelen bir fırsatı teperek belki de hayatı boyuna yaptığı kötülüklerin bedelini öder. Hüsrev’in saltanat zamanı Hazreti Peygamber’in de İslam dinini yayma zamanına denk gelir. Hüsrev’in vefat tarihi 628’dir dolayısı ile peygamberimizin mektup yazdığı civar sultanlar arasında Hüsrev de vardır. Şairin gerçek karakterleri kullanarak oluşturmuş olduğu bu kurgu şöyle devam eder: Hüsrev bir gece rüyasında Efendimizi görür fakat atalarının dinini bırakma fikrini bile kabul edemez. Arkasında bahsettiğim mektup gelir, onu da yırtar atar. Sonunda İslam’la şereflenmeden kahır içinde ölür gider. Meryem’den olma oğlu onu katleder, gerçekte olduğu gibi.

Bundan sonra çeşitli nasihatler, ibretlik sözlerle hikâyeyi sonlandırır Genceli Nizâmi. 420 sayfalık eser de böyle son bulur.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir