Hızlı ve Öfkeli II

Her dinin kendine göre ibadetleri var. Bazı ibadetler bireysel bazıları ise topluca yapılıyor. İki çeşit ibadet de ayrı ayrı önemli. Toplu ibadetler olmasa dinler parçalanır, sonra da unutulur giderler. Toplu ibadet topluluk olma bilincini dindaşlar içinde uyandırır. Bir bütünün parçası olmak hissiyatını verir. Bu yüzdendir ki her dinde toplu ibadetler var. Hıristiyanlar Pazar günleri bir araya gelir, vaaz dinler, şarkı söylerler; Museviler Cumartesi günleri beraberce kitap okurlar. Müslümanlar da Cuma günleri toplanırlar. Vaaz dinler, namaz kılar ve dünyaya dağılırlar rızıklarını aramak için.

Cuma günü namaz vakti yaklaştıkça insanlar namaz için hazırlık yapmaya başlarlar. Yanlış anlaşılmasın, hazırlık fiziki değil, psikolojik. Fiziki hazırlık, temiz elbiseler giymek, güzel kokular sürmekle olur. Böyle bir hazırlığa rastlayamayız. Güzel kokular süren vardır muhakkak ama kötü kokuların arasında yok olup gittikleri için bize kadar ulaşamazlar ne yazık ki. Çünkü bizim camilerimiz çorap kokar, ter kokar. Secdeye gittiğimiz zaman daha önce orada sahibi namaz kılmış olan bir çorabın kokusunu alırız buram buram. Sağımızdaki, solumuzdakinin ter kokusuyla ya da belki soğan kokusuyla kılarız namazımızı. Müslümanlar fiziken Cuma namazına hazırlanmazlar. Bu mecburi vazifeyi bir an önce omuzlarından atmaktan öte hiçbir hedefleri olmaz çünkü.

Namaza az bir zaman kala herkes caminin avlusunda birikir. Sigaralar yakılır, muhabbetler koyulaşır. Çay söylesek, tabure atsak, hatta birkaç tane de tavla getirsek keyiflere diyecek olmaz. Bir kaç tane ihtiyar girer içeriye vaaz dinlemeye. Ezanın okunması ile birlikte dışarıda muhabbete düşmüş olan insanlar bir anda yer kapma telaşı ile içeriye akın etmeye başlarlar. Cuma namazının düşünülmesi gereken birinci hadisesi yer kapabilmektir. Cumaya gidecek Müslüman kendini buna odaklamalı. Yer kapmalıyım, yer kapmalıyım diye kendine tekrar edip durmalı. Camiden içeri girilince yer kapma telaşesi arka taraftan yer bulma telaşesine dönüşür. Namazını en arkada kılan en önce çıkacağı için yerini çok iyi seçmeli. Ezan okunduktan belki bir dakika sonra girerse eğer ne ayakta kalacak ne de bir saf önce geçecek. Biz buna matematikte optimum diyoruz. İşte bu optimumu yakalayamayanların işi zor. Ortada kalacak, çıkmakta zorlanacaklar.

Namaz ve vaaz sırasında olan bitenleri kısaca geçiyoruz. Çünkü bunlar olayın en az mühimsenen kısımları. Her hafta olagelen rutin şeyler. Dört rekât namaz kılınır. Bazıları ilerle Müslüman diye bağırır bu namazın öncesinde ve sonrasında. Ön safta bir boşluk açılırsa herkes sağındakine solundakine bakar önce, gitmemek için. Ön safa geçmek demek çıkışta en az üç adım fazladan atmak demektir zira. Bazıları mecbur kalırlar ilerlemek için. Hutbe esnasında gevşenir biraz. İmam farzı kıldırırken her cuma, ama istisnasız her cuma birilerinin cep telefonu çalar. Namaz önemli bir mesele olsa idi cep telefonu çıktı çıkalı olagelen bu hadiseye önlem alınırdı. İnsanlar ikaz edilir, ayıplanır, namazın önemi daha fazla vurgulanırdı. Yapılmadığına göre herkes halinden memnun demektir.

Cemaat son oturuştayken insanların içi kıpır kıpır etmeye başlar. Bir tahiyyat, iki salâvat ve bir Rabbena Atina süresi ne kadar da uzun gelir bütün cemaate. Hoca selam verir vermez sanki namaza doyamamış gibi yavaşça kalkar cemaat. Toplum baskısı olmasa engelli atlama yarışı gibi koşa koşa çıkacak ama etrafta insanlar var. Hemen geriye dönülür ve kapıya kuş uçuşu en yakın mesafe hesaplanır. Hızlı ve uzun adımlarla yürünmeye başlanır. Birkaç tane işgüzar; hoca selam verir vermez kalkar ve kapının önünde, çıkacakların yolunun üzerinde sünnet namazına durur. Mecburen etrafından dolaşmak zorunda kalır cemaat, önünden geçmemek için. Yürürken birisi mutlaka diğerini iteler. Sanki önde saman çuvalları var, arkadan bastırırsa kapıdan çıkıverecekler hepsi. Arkada olanlar bu ihtimali hep denerler. Ayakkabılığın önünde başka bir mücadele vardır. Ayakkabısını alan gayet mutlu bir şekilde çıkış yoluna doğru ilerler. Ayakkabısını alamayansa kalabalığı yarıp almak zorundadır. Kimse kimseye yol vermez, bu mücadele aynı hayat mücadelesi gibidir. İnsana öyle gelir ki: burada nazik davransa hayat boyu elinden ekmeğini alacaklar. Bu yüzden mücadeleyi bırakmaz, kendini ezdirmez. Ayakkabısını eline alan birinin sırtına, birinin suratına çarpar belki ama potinlerine kavuşmuş olmanın mutluluğu bambaşka bir şeydir. Kapıya çıkılıp ayakkabı giyildiği anda artık özgür birisi olunmuştur. Yeryüzüne dağılıp rızık aramanın vaktidir. Derin bir nefes alınarak özgürlük çekilir ciğerlere. Bu savaştan da muzaffer çıkılmıştır, bir dahaki savaşa, gelecek haftaya kadar.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir