Gayet Eski Çocuklar

Sonra şehr-i Malatya sokaklarında dolaşıyoruz. Adeta bir şanzelize. Karıncalarla dolu koca bir imparatorluk daha. Belki de dünya karıncalar imparatorluğudur. Dinozorlar varken de vardı bu karıncalar, insanlar varken de var, insanlar yok olduktan sonra da belki de dünyadaki varlıklarını devam ettirecekler. Ne gam, binalarla ve yollarla ve kaldırım taşlarıyla bezeniyor olması dünyanın. Kaldırım taşlarından yol bulup milyon yıllık amaçlarına koşuyorlar yine de. Yaşamak. Kış için erzak depolamak. Ne komik bir ideal değil mi bir hayat için.

– Hayatınızın amacı ne?
– Kış için erzak depolamak…
– Hmm..

Karıncalar kış için erzak depolamak amacıyla yaşayan canlılardır. Onlar için hayatın anlamı diye bir mevzu asla söz konusu değildir, olamaz da. Binlerce arkadaşı bir su baskınında ya da asfalt çalışmasında telef olan bir karınca hiçbir şey olmamış gibi kış için erzak depolamaya devam eder. Gayet normaldir bu onun için. Çünkü hayat diye bir şey yoktur ve asla olmamıştır da.
Dünya karıncaların imparatorluğudur. Adım atılabilen ve atılamayan her mekanı sarmalamışlardır. Her yerde bulunurlar. Engellenemezler. İlaçlara karşı bağışıklık kazanabilirler. Doğal afetleri sorun etmezler kendilerine. Toparlanmaları çeyrek günlerini alır. Yağmura, çamura, soğuk ve sıcak hava şartlarına muazzam bir dirençleri vardır. Duyguları yoktur. Ahlaki kavramları söz konusu değildir. Bunlar ve benzeri binlerce manevi şey için zaten hiç vakitleri yoktur. Toprağı kazarlar, derine, daha da derine. Kafalarında doğuştan bildikleri bir şablon vardır ve ona uydururlar evlerini. Bir yerden bir yere gidip gelirler. Karıncaların hayatları çok basittir.

Baba kızın elinden tutmuş gezdiriyor.
– Gazoz alayım mı sana kızım?
– Al!

Bütün anne babalar aynı şeyleri konuşuyor sanki çocuklarıyla. Hayat filmlerden fırlamış gibi yaşanmıyor malum. Çocuk gazoz istiyor. Simit de ister bu. Taptaze, yeni model simitleri de bilmez çoğusu, kayış gibi simitleri vardır sokak satıcılarının, bir de karnı açsa eğer, baldan börekten güzel gelir o kayış gibi simit o çocuğa.
– Simit de alayım mı yavrum?
– Al!

Bir gün de yok demez ki. Hep al hep al. Anne babalar zaten almak için icat edilen canlılardır. Keşke her baba çocuğuna dünyaları alabilse. Ama alamaz işte. Elinden gelen bir tane gazoz bir tane de simittir. Bir de elinden tutup dolaştırmak. Yüreğine sevgiyi serpiştirebiliyorsa ne mutlu. Çocuk güvenle tutar ana babanın elini. Bol susamlı simitlerin tadını öğrenemeyebilir. Belki de uzun yıllar öğrenemeyecektir ama çocuktur. Güven onunla beraberdir. Böreklerin tadını öğrendiği gün o güveni geri alamayacağını da fark ettiği gün olacaktır. Yazık çocuğa yazık. Dünyanın tüm çocuklarına yazık. Büyümek kötü şey azizim.

Peter Pan’ın son bölümü çok komiktir.
– Hadi Peter, seni de bu ormandan alıp götürelim şehre.
– Hadi ya, geleyim, ben de okula gideceğim değil mi?
– Tabi ki okula gidip bir sürü şey öğreneceksin.
– Sonra da mezun olup iş arayacağım, para kazanacağım, işe gidip geleceğim, evleneceğim,      çocuklarım olacak, yaşlanacağım… değil mi?
– Tabi ki Peter tabi ki
– Hayır! Asla büyümeyeceğim, gelmiyorum, büyümek istemiyorum ben.

Konuşma bu eksende oluyordu, detayları hatırlamamızı kimse beklemesin. Ama çocukluk günlerinin ardından yaşadığımız bu hayata bakınca Peter’e hak vermeden de edemiyoruz. Çocuk kalıp uçmak dururken bir anda kendimizi yerde bulduk. Kanatlarımız yoktu ne yazık ki. Bütün çocukların bu cendereden geçtiğini hesap edersek üzülmemek elde değil çocuklar için. Büyüyüp, okullar bitirip, ekmek kavgasının içine düşen çocuklar. Bir de kendi kendilerine hayat felsefeleri icat etmişlerse var ya. Acınacak haldedirler. Karınca olmak daha tercih edilebilir bir şeydir eskimiş bir çocuk olmaktan.

Eskilik çocukluğun eskide kalmasından değil de eskiden gelmesindendir.

14 Haziran 2008 Net Haber yazım

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir