Duygular Saçılmış Ortaya

Dün geç bir saatte araçla gündüz pazar kurulmuş olan sokaktan geçtim. Çöpçüler, pazar yeri artıklarını süpürüyorlardı. Satılamamış ya da ayıklanmış sebze ve meyve artıklarını süpürüyor, çöp kamyonuna dolduruyorlardı. Lahana kabukları, çürük elma-armut nev’inden meyveler ve daha neler neler. Aklıma nedense o gün ara bir sokakta rastladığım manzara geldi. Bir genç kız karşısına babayiğit bir oğlanı almış yüksek sesle bağırıyordu: “Sevmiyorum seni artık anlamıyor musun sevmiyorum…” Kısa boylu, başı kapalı, sırtında çantası, ayaklarında pembe spor ayakkabıları ile günümüzün ortalama genç kız tipi. Oğlansa kıza göre bayağı iri yarı, atalarımızın kahramanlık hikâyelerini okurken gözünüzde canlandırabileceğiniz bir yapıda. Dede Korkut Hikâyelerindeki herhangi bir kahramanı canlandırabilecek bir tip. Kızın karşısında kedi gibi büzülmüş duruyor. Bir miyavlamadığı kalmış. Ne bir cevap veriyor ne de vücut diliyle herhangi bir tepki verebiliyor. Öylesine bakıyor kıza. Çocuğun haline üzüldüm sanmayın, benim esas üzüntüm o cânım duygular için. Sevgi, muhabbet ya da nefret her ne olursa olsun. Saman alevi gibi yanıp sönüyor, bir bardak su içermişçesine doğal bir şekilde aniden tüketiliyor ve maalesef hepsi de pazar yerindeki zerzevat artıkları gibi saçılıyor orta yere. Yazık çağın insanına yazık.

Maddi varlığı hücre-doku-organlardan müteşekkil insan evladının manevi varlığı duygulardan oluşmuştur. Fiziki varlıkları kendi başlarına insanı insan etmez. Hücre sayısı kadar duygunun varlığıdır insanı diğer mahlûkattan ayıran. Tarihe not düşmek için söylüyorum. 2017 yılında artık insanlık maddi varlığını manevi varlığından daha çok önemsiyor. Kendini insan yapanın sadece vücudu olduğunu zannediyor. Hâlbuki duyguları eksik olan 70 kiloluk bir insan pazar sonrası çöp kamyonuna yüklenen 70 kilo zerzevat artığından ne eksiktir ne fazla. İnsan böbreğini çıkarıp sokağa atmaz, bir yerde otururken kalbini çıkarıp masanın üzerine koymaz fakat konu duygularsa en önemlilerini sokağa saçıp insanların üzerine basmalarına müsaade edebiliyor, pazar malı gibi ortalığa saçabiliyor. Ne fena.

Manevi varlığımız kocaman bir kap aslında. Çeşit çeşit duygular o kabın içine dolar. Uzun süre kalır orada. Sevgisinden nefretine kadar söylüyorum, hiçbiri için ayrımcılık yapmıyorum. O kapta aylar, yıllar boyunca kalan o duygular sizin kişiliğinizi oluşturur zamanla. Kaldıkça değerlenir, kıymetlenir. Renkten renge girer, tam oldu dediğiniz zaman bile daha alacağı renk vardır. Yepyeni ufuklar açar size, yepyeni tatlarla karşılaştırır. Bir mevsim değişimini gökyüzüne bakarak izlersiniz, bulutların inanılmaz devinimi ile hem hayreti hissedersiniz hem haşyeti. Bir sevgi duygusu yıllarca renkten renge girer, değişir, olgunlaşır. Kendisi değiştikçe siz olgunlaşırsınız, olgunlaştığınızı anladıkça daha da olgunlaşacağınızın ayırdında olursunuz. Ama o duygu her zaman içinizde bir yerde, en derinlerde varlığını sürdürür. Onu çıkarıp sokağa atmazsınız, çok gerekmedikçe onu herkese açmaz, her yerde ortaya çıkarmazsınız.

Günün insanı için maddi varlık manevi olanın çok önüne geçmiş durumda. Çeşitli tazyiklerin altındaki o kap (siz adına gönül deyin, kalp deyin) o kadar delik deşik olmuş ki, içine ne koysan süzülüp gidiyor. Bir duygu, olgunlaşmak için bir an bile tutunamıyor orada. Hemen akıp gidiveriyor. En değerli duygular bile tutunamıyor, vazgeçilmezlik payesi alamıyor. Bir ara sokakta bir bakıyorsunuz ki çiğnenmiş bir sakızın çöpü gibi, bir sigara izmariti gibi kendisini yerde bulmuş. Sonra da üzerine basıp geçiyor insanlar robotlaşmış halleriyle. Korkuyorum, dünyada insan kalmayacak yakın bir gelecekte.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir