Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde [Marcel Proust]

Marcel Proust’un, Kayıp Zamanın İzinde adındaki yedi kitaplık serisinin ikinci kitabı: Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde. Birinci kitap olan Swann’ların Tarafı’nı okurken devamını okumam herhalde diye geçiriyordum içimden. Çok derin analizlerle dolu, çok fazla betimlemeleri olan bu kitap bir yandan okuma hazzı verirken bir yandan da çok zor okunduğu için uzun süreli okumalardan sonra beni sıkıyordu. Günde birkaç sayfadan fazla okumamak lazım gelir belki de başladığımı bitirmek hissiyatında olduğum için biraz aceleci davranıp bu kitabın tadını yeterince alamadım. İkinci kitapta da aynı hataya düştüm. Hem dayanamayıp alıp okumaya başladım hem de hızlı hızlı okuyarak yeterince tat alamadım. Üçüncü cilde geçmem artık.

Her şeye rağmen, kitap bitmeye yüz tutarken, yani Balbec şehrinde mevsim sonbahara dönmüşken hüzünlenmedim değil.

“Bu saatte farklı yönlerden ve adeta farklı saatlerden gelen ışınlar, duvarın köşelerine çarpıp kırılır, konsolun üzerine, sahilin bir aksinin yanı başına, patikanın çiçekleri gibi alacalı bir alta yerleştirir, her an uçup gitmeye hazır bir aydınlığın kapanmış, titreşen, ılık kanatlarını duvara asar, güneşin bir bağ gibi yapraklarla süslediği küçük avluya bakan pencerenin önündeki taşra zevki halının bir bölümünü bir küvet gibi ısıtır, adeta koltukların çiçekli ipeğini yaprak yaprak yolarak, şeritlerini kopararak mobilyaların oluşturduğu dekoru daha büyüleyici, daha karmaşık hale getirirdi; bu saatte, gezintiye çıkmak üzere giyinmeden önce uğradığım bu oda, dışarıdaki ışığın renklerini ayrıştıran bir prizma, tadacağım günün baş döndürücü usarelerinin parçalandığı, dağıldığı ve tek tek göründüğü bir kovan, gümüş ışınların ve gül yapraklarının oynaşmasına dönüşmüş bir umut bahçesi gibiydi.”

Kitap, anlatıcının yani Proust’un ilk gençlik aşkı olan Gilberte ile olan ilişkisinin uzun ve tafsilatlı bir anlatımı ile başlıyor. Bir önceki kitapta çok hafiften ucu görünen bu aşk ikinci kitabın başlangıcında yavaş yavaş gerçeğe dönüşüyor. Gilberte aynı zamanda birinci kitabın ilk bölümünde adından çok söz edilen ve aynı kitabın ikinci bölümünde büyük aşkının anlatıldığı Swann’ın kızı.

“Bir insan ne kadar bilge olursa olsun,” dedi, “gençliğinin bir döneminde, mutlaka, hatırlamaktan hoşlanmadığı, yok olmasını isteyeceği sözler söylemiş, hatta bir yaşam tarzı benimsemiştir. Ama bundan ötürü kesinlikle pişmanlık duymamalıdır; çünkü (bilgeliğin mümkün olduğu ölçüde) bilgeliğe ulaştığından emin olabilmesi için, bu son safhadan önceki bütün gülünç veya iğrenç aşamalardan geçmiş olması gerekir. Ortaokul çağından itibaren öğretmenlerinden zihin soyluluğunu, manevi zarafeti öğrenen bazı gençler var, seçkin kimselerin çocukları ve torunları var, biliyorum. Onların, belki hayatlarından kesip atacakları hiçbir şey yoktur; her söylediklerini yayınlayabilir, altına imza atabilirler; ne var ki bunlar yoksul zihinlerdir, liberal muhafazakârların güçsüz torunlarıdırlar, bilgelikleri olumsuz ve kısırdır. Bilgelik dışarıdan alınmaz; onu, bizim adımıza kimsenin kat edemeyeceği bir mesafeyi aştıktan sonra, kendimiz bulmak zorundayızdır; çünkü bilgelik, olaylara, dünyaya bir bakış açısıdır. Hayran olduğunuz hayatlar, soylu bulduğunuz tavırlar, ailenin babası veya öğretmen tarafından tanzim edilmemiştir; çok farklı başlangıçları olmuştur; etraflarında hüküm süren kötülük ve bayağılıktan etkilenmişlerdir. Bir mücadeleyi ve zaferi temsil ederler. Gençlik dönemindeki bir halimizin suretinin tanınmaz olmasını, ne olursa olsun, hoşa gitmemesini anlıyorum. Bununla birlikte, inkâr edilmemesi gerekir; çünkü gerçekten yaşadığımıza, hayatın ve zihnin yasalarına uygun şekilde, hayatın, eğer ressamsak atölye hayatının ve sanatçı çevrelerinin sıradan unsurlarından, onları aşan bir şey çıkardığımıza dair bir kanıttır.”

Swann’ın, sosyete çevresi tarafından tasvip edilmeyen evliliği, mensubu bulunduğu camiadan dışlanmasına sebep oluyor. Farklı bir şekilde, yeni eşiyle birlikte sosyetede yer bulmaya çalışan Swann için, ailesi tarafından çok da onaylanmış olmasa da, anlatıcının varlığı önem arz ediyor. Anlatıcı, genç Proust, bu vesile ile daha sık girip çıkmaya başlıyor Swann’ların evine.

“Birçok entelektüel gibi, o da basit şeyleri basitçe söyleyemezdi. Her şey için tumturaklı bir niteleme bulur, sonra genelleme yapardı.”

Meşhur yazar Bergotte ile, Swann’ların salonunda tanışır anlatıcı. Bergotte’nin, Anatole France’dan etkilenerek oluşturulduğunu okumuştum bir yerde.

“Her birimizin, kendi kusurunu gizleyen veya görünmez olacağım vaat eden özel bir tanrısı vardır; bu tanrı, yıkanmayan insanların gözlerini ve burun deliklerini, kulaklarındaki kir tabakasına, koltukaltlarındaki ter kokusuna kapatır hem kulaklarını, hem de koltukaltlarını hiç çekinmeden ortalıkta gezdirebilecekleri, kimsenin bir şey fark etmeyeceği konusunda kendilerini ikna eder. Sahte inci takanlar veya hediye edenler de gerçek zannedileceklerini düşünürler.”

Genç Proust’un ilk aşkı olan Gilberte ile olan ilişkisi, oldukça çalkantılı sayılabilecek bir dönemden sonra sona eriyor. Yazarın anlatımı o kadar detaylı ki, zaman kavramı yerle bir oluyor takip ederken. Olayların arası kaç gün sürdü, bir anda ilgi duyulan insan nasıl da yakın arkadaş oldu anlaşılmıyor.

“İnsanoğlunun, herkeste aynı olan faziletlerinin sıklığı, herkeste farklı olan kusurların bolluğundan daha olağanüstü değildir. Şüphesiz “dünyada en yaygın olan şey”, sağduyu değil, iyi kalpliliktir. İyiliğin en uzak, en ücra köşelerde bile, kendi kendine yeşerdiğini görüp şaşırırız; tıpkı ücra bir vadide, dünyanın diğer bütün gelinciklerine benzer, yalnız bir gelinciğin, onları hiç görmeden, ara sıra kırmızı başlığını titreştiren rüzgârdan başka hiçbir şeyi tanımadan yetişmesi gibi.”

İkinci bölüm, Gilberte ile olan çalkantılı ilişkiden iki yıl sonrasında geçiyor. Yazar artık çocukluktan tamamen çıkmış ve bir genç adam olmuştur. Balbec adındaki sayfiye yerine gider büyükannesiyle beraber. Yine anlatının tafsilatına bakınca yıllar sürmüş gibi gelecek uzunlukta bir metin çıkıyor karşımıza. Tüm hayatımı anlatacak olsam bu kadar şey yazamam diye düşündüm okurken. Sayfiye yeri, buradaki kilise, otel ve içindeki insanlar, yazarın kurduğu dostluklar ve yeniden aşka yelken açışı. Detaylıca anlatılmış kişiler, olaylar ve duygular.

“Ne var ki deha, hatta büyük bir yetenek, zihinsel öğeler ve sosyal gelişme bakımından başkalarına üstünlükten ziyade, bunları dönüştürme, aktarma melekesinden kaynaklanır.”

Marcel Proust’un, muazzam güzellikteki bu anlatısının ikinci cildi olan Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, Roza Hakmen’in mükemmel çevirisiyle çıkmış okuyucunun karşısına. Ben ne kadar anlatmaya çalışsam da ifade edemiyorum anlatının şiirselliğini. Sabırlı olup yavaş yavaş okumak gerekiyor. 500 sayfalık eser Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkmış.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir