Ceza Kolonisinde ve Diğer Öyküler [Franz Kafka]

Kafka’nın öykülerinden oluşan Ceza Kolonisinde ve Diğer Öyküler hafif hafif esintilerle başlayarak bir fırtına haline gelen bir öykü kitabı. Kafka bu öykülerle, daha birçok roman çıkarabilecek mevzu varmış da bunları kırpmış, küçük parçalar haline getirmiş gibi göründü gözüme. Kitabı daha çok “Akademi İçin Bir Rapor” hikâyesi için aldım. Bir yerde çok basit bir cümle ile bahsedilen hikâyeyi okumak istedim, fakat kitaptaki diğer birkaç hikâye de Akademi İçin Bir Rapor’dan aşağı kalmaz.

Kitap, bazısı tek sayfa, bazısı yarım sayfayı geçmeyen kırk adet hikâyeden oluşuyor. Neye göre ayrılmış bilmiyorum fakat altı ayrı bölüme ayrılmış. Hikâyelerin bir diğer özelliği de Kafka’nın sağlığında yayınlanmış olmaları. Kısa hikâyeler öyle geçip giderken, “Yargı” adlı hikâyedeki bir soru ile şov başlıyor: “Gerçekten de Petersburg’da böyle bir arkadaşın var mı?” Hemen bunun ardından “Yeni Avukat” ile “Bir Taşra Hekimi” geliyor: “Etrafımdaki insanlar hep böyledir. Her zaman imkânsızı isterler hekimden. Eski inançlarını kaybetmişler; rahip evinde oturur, ayin giysilerini art arda lime lime eder; fakat hekim ameliyat yapan elleriyle her şeyi başarabilmelidir.”

Hafif bir durgunluktan sonra “Çakallar ve Araplar” ile devam ediyor fırtına. Okurken bazen fırtına olarak düşündüğüm bu hikâyeleri bazen sürrealist bir tablo bazen de bir klasik müzik eseri gibi canlandırdım zihnimde. Yavaşlamalar, geçişler, durgunluk dönemleri ve ardından inanılmayacak kadar farklı fırça darbeleri… Madenlerin en altına inip, on bir oğlu olan adamın her bir oğlunda neyi ifade ettiğini anlamaya çalışılan dönemlerden sonra esas meseleye, Akademi İçin Bir Rapor’a geliyoruz. Geçmişte maymun olarak sürdürdüğü yaşamı ile ilgili kendisinden bir rapor istenen zat (maymun da diyemedim, ne denir ki?) neden rapor yazamayacağını tafsilatı ile anlatıyor. Tam, tüm kitabı okumama değen bir şey okudum derken Ceza Kolonisinde öyküsü başlıyor.

“Sıradan bir taştı, masanın altında gizlenebilecek kadar alçaktı. Üzerinde çok küçük harflerle yazılmış bir yazı vardı; gözlemci okuyabilmek için diz çökmek zorunda kaldı. Yazı şöyleydi: “Burada eski kumandan yatıyor. Artık bir ad taşımalarına izin verilmeyen yandaşları ona bu mezarı yaptı ve bu mezar taşını koydu. Ayrıca kumandanın belli bir süre sonra dirileceğine, bu evden çıkıp yandaşlarının lideri olacağına ve koloniyi yeniden fethedeceğine dair bir kehanet var. İnanın ve bekleyin!”

İlk Acı öyküsü, anlattığı trapez sanatçısı ile favorilerimden oldu.
“Bir trapez sanatçısı – bilindiği üzere büyük varyete sahnelerinin en tepelerinde icra edilen bu sanat, insanın başarabileceği en zor sanatlardan biridir- önceleri mükemmele ulaşma gayretiyle, sonraları artık baskı haline gelen alışkanlık nedeniyle aynı işte çalıştığı sürece tüm hayatını gece gündüz trapezin üzerinde geçiriyordu.”

“O zamanlar başkaydı. Bütün kent açlık sanatçısıyla ilgilendirdi; sanatçının aç kaldığı her gün katılım artardı; herkes açlık sanatçısının günde en az bir kez görmek isterdi; sonraki günler küçük parmaklıklı kafesin önünde oturup günlerce bekleyen müdavimler olurdu; geceleri de, etkiyi artırmak için meşale ışığında devam eden gösteriyi izlemeye gelen ziyaretçiler; havanın güzel olduğu günlerde kafes açık bir alana taşınır, açlık sanatçısı özellikle çocuklara gösterilirdi; yetişkinler için açlık sanatçısını seyretmek çoğunlukla moda olduğu için katıldıkları bir eğlenceyken; çocuklar şaşkın ağızları açık korkudan elleri birbirine kenetlenmiş bir halde onun siyah triko bir giysi içinde benzi sapsarı kaburgaları öne çıkmış bir halde oradaki bir sandalyeyi önemsemeyip samanların üzerinde oturuşunu kibarca başını sallayışını, zoraki gülümseyerek soruları yanıtlayışını ne kadar zayıfladığını göstermek için kolunu parmaklıkların arasından uzatışını sonra yine içine kapanıp kendisi için çok önemli ve kendisi için çok önemli saatin vuruşlarıyla bile ilgilenmeyişini neredeyse tamamen kapalı gözlerle önüne bakışını ve dudaklarını ıslatmak için kafesteki cam kaptan bir yudum su alışını seyrederdi.” Bir Açlık Sanatçısı öyküsünden yaptığım bu alıntı ile alıntılamayı bitirdikten sonra 200 sayfaya yaklaşan bu eseri basan Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’na, çevirisini yapan Gülperi Sert’e teşekkür ediyor ve sevgili Franz Kafka’nın müstesna ruhunu saygı ile selamlıyorum.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir