Cebelavi Sokağı’nın Çocukları [Necib Mahfuz]

Cebelavi Sokağı’nın Çocukları, gözlerini açtıkları sokakta her zaman bir adaletsizliğin ve zulmün hüküm sürdüğüne şahit oldular. Kendilerine hep daha güzel bir zamanın hikâyeleri anlatıldı. Adalete kavuşamadılar, mutlu olamadılar fakat içlerinde hep bir ümit asıldı kaldı.

Cebelavi, sokağa ismini veren büyük büyükbaba, sokakla ilgisi var ümidi uyandırdı torunlarının üzerinde, gerçekten ilgili miydi bilinmez. Bazı torunları onun varlığına bile inanmadı. Bazıları onunla konuştuklarını söylediler. Rıfat oldular, Cebel oldular, Edhem oldular. Yanlış giden bir şeyler vardı. Bu gidişattaki yanlışlığı düzeltmek için bir araya gelmediler hiç. Kendi dünyalarında bir miktar yaşam kırıntısı varsa onlara yeterli geldi. Uysal birer koyundu her biri. Çete liderlerine boyun eğdiler hep. İsyan edenlerle birlik olmaları nadirattandır.

“Yemek yiyebilmek için çalışmak, dünyanın en korkunç lanetidir.”

“Sokağımızın her köşesinde bulunan kahvehanelerdeki şairler sadece kahramanlık çağlarını anlatırlar ve güçlüleri mahcup edebilecek şeyleri ortalıkta anlatmaktan kaçınırlar. Şarkılarında vekilharç ile çetelerini, sahip olmadığımız adaleti, tanımadığımız merhameti, görmediğimiz saygınlığı, var olmayan dindarlığı ve adını bile duymadığımız dürüstlüğü överler.”

Ne kadar da tanıdık bir sokak değil mi? Edhem’e bulaşan o korkunç lanet, yemek yiyebilmek için çalışmak lanetiyle baş başayız sokağımızda ve riyakârlıkta yarışanları dinleme ve kutsama riyakârlığı için yarışıyoruz.

“Burada huzur içinde yaşamak için geri geldik. Dükkânını açacaksın, geçinip gideceğiz. Mukattam’dayken de bir çetenin koruması altında yaşıyordun unutma. İnsanlar her yerde böyle yaşıyorlar.”

“Yalnız bir kadından daha tehlikeli bir şey yoktur.”

“Tek kelime etmeden adamlara katıldı. Rıfat hâlâ konağa bakıyordu. Büyükbabası durumun farkında değil miydi? Onun ağzından çıkacak tek kelime, onu bu canavarların pençelerinden ve yaptıkları plandan kurtarabilirdi. Sesini Rıfat’a nasıl duyurduysa, onara da duyurabilirdi.”

“Uğrunda ölecek bir şeyimiz olduktan sonra, ölmekten neden korkalım ki?” (Hasan)

Sokağımızın bu hikâyesini, yazmasını bilen az sayıdaki adamdan biri olan Necib Mahfuz kaleme almış. Yukarıda yaptığım alıntılar kitabın bütünü hakkında bilgisi olmayanlar için anlamsız gelecek biliyorum fakat altını çizdiğim yerler bunlar. Anlamak için okumak gerekiyor. Necib Mahfuz bu kitabı 1959 yılında tefrika halinde yayınladıktan sonra çok sıkıntı çekmiş. Aşırı tipler, kitabın kapağını kaldırmadan kendini lanetlemiş, hangi hakka dayandıkları meçhul olduğu halde kendini dinden çıkmış ilan etmişler. Hatta bu yüzden bıçaklanmış ve ömrünün son demlerinde bir kolunu kullanamamış. Kitap, tek tanrılı dinler tarihini basit bir şekilde romanlaştırmış. Bizim bazı tekke edebiyatı şairlerimiz kadar, Kaygusuz Abdal, Kazak Abdal kadar aşırıya gitmemiş. Keşke onun gördüğü hoşgörüyü görebilseymiş.

Dilimize Leyla Tonguç Basmacı tarafından kazandırılan bu güzel eser, Nobel Edebiyat ödüllü ilk Arap yazar, ilk Müslüman yazar Necib Mahfuz tarafından kaleme alınmış. Kırmızı Kedi Yayınları tarafından basılmış. 453 sayfa. Tüm emeği geçenlerin ellerine sağlık.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir