Can [Andrey Platonov]

Can halkının canlarından başka kaybedecekleri hiçbir şeyleri yoktu. O yüzden kendilerine Can adını veriyorlardı. Canlarını, bir çölün üzerinde gezdirip duruyorlardı. Beslenmeleri, bir yaşam mücadelesi için yaptıkları bir eylem değil de bir alışkanlık. Uyumaları, uyanmaları, soğuktan ve vahşi havanlardan korunmaları… Her şey sadece bir alışkanlık. Hatta ölüm bile.

“Ne denirdi o halka, hatırında mı?”
“Bir şey denmezdi,” diye mırıldandı Çagatayev. “Ama kendi kendisine kısa bir ad vermişti.”
“Nasıl bir ad?”
“Can. Ruh ya da tatlı hayat anlamında. O halkın, ruhundan ve kadınların, anaların ona bağışladığı tatlı hayatından başka hiçbir şeysi yoktu -halkı doğuran analardır çünkü”
Sekreter kaşlarını çattı ve kederlendi.
“Demek varı yoğu göğsündeki yüreğiymiş, o da çarptığı sürece…”
“Sırf yüreği,” dedi Çagatayev onaylayarak, “bir tek yüreği; vücudunun dışında kalan hiçbir şeye sahip değildi. Zaten hayat da onun sayılmazdı, yaşadığını sanırdı sadece.”

Andrey Platonov; Maksim Gorki’nin keşfettiği bir yazar. Maalesef Sovyet Rusya’nın kıymet bildiği söylenemez. Bir dönem gazetecilik de yapan yazar genel itibariyle sıkıntılı bir hayat geçirmiş. Hayat hikayesindeki en trajik şey, çalışma kampından gelen oğlundan kaptığı verem mikrobu yüzünden ölmesi. Uzun yıllar arşivlerde kalan eserleri 90’larda KGB’nin edebiyat arşivinin açılması ile okuyucu ile buluşabilmiş ancak.

Can, adı Can olan bu halktan bir kişinin, Nazar Çagatayev’in Moskova’ya gidip eğitim aldıktan sonra kendi halkını kurtarmaya gidişini anlatıyor. Nazar, Özbekistan ile Türkmenistan’ın arasındaki Sarıkamış gölü civarındaki verimsiz topraklarda dünyaya geliyor. Annesi onu, ölmekten kurtulsun diye ya da kendisi gibi biri olmasın diye yolun üzerine bırakıyor. Küçük Nazar bir şekilde Moskova’ya ve dolayısı ile Stalin’e ulaşıyor.

Romanda yer yer Stalin’den bahsedilmesi de içimi buran ayrıntılardan. Platonov, dönemin özgürlüksüz ortamı gereği Stalin’den bahsetmek zorunda kalmış. Fakat bunca gönderme hayatını kolaylaştırmaya yetmemiş.

Çagatayev’in gözünden dünya “kısa, alaycı bir oyun için yaratılmışa benzeyen tuhaf bir yer.” “Aslında insanlar akıldan ya da hakikatten değil, sırf doğdukları için yaşarlar ve kalpleri, çarptığı müddetçe, çaresizliklerini işleyip parçalara böler, kendi de sabırla çalışmaktan cevherini yitirerek viran olur.”

“Canlardanız biz,” diye yanıtladı ihtiyar ve sözlerinden anlaşıldı ki tüm küçük kabileler, aileler ve çölün, Amuderya’nın, Üst Yurt’un insansız yerlerinde yavaş yavaş ölen insan grupları kendilerine aynı adı veriyordu: Can.

“Yaşayamadık gitti” diye serzenişte bulunan Can halkı için Çagatayev, yaşamın içinden gelen bir temsilci. Bir öğretmen aynı zamanda. Stalin’i bilmeyen insanlara Stalin’i öğretecek. Yaşamayı bilmeyen bu insanlara yaşamayı öğretecek. Can halkına, canlarına ekleyecek yeni şeyler getirecek bir kurtarıcı.

Platonov’un 150 sayfalık bu küçük hacimli eseri, Günay Çetao Kızılırmak tarafından dilimize kazandırılmış. Metis yayınları tarafından basılmış. Kendine özgü, değişik bir havası olan bir roman. Platonov’un dünyası başka bir gezegen gibi. Dino Buzzati’nin Tatar Çölü gibi bir çöl canlandı gözümde kitabı okurken. Google haritalardan Sarıkamış Gölü civarlarını didik didik ettim link okurken. Stephen King’in Kara Kulesindeki silahşör de ümitsiz zamanlarındaki Çagatayev ile benzeşti fakat bizim Nazar çok daha ümitli bir insan. Yüzünden tebessüm hiç eksik olmuyor.

Ruhun şâd olsun Andrey baba. Sonunda ölümsüzlüğü yakaladın, okunuyor, anılıyorsun.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir