Bitmeyen Oyun [Metin Aydoğan]

Metin Aydoğan‘ın Bitmeyen Oyun kitabı ilk olarak 1999 yılında basılmış. Benim elimde 2005 yılında yapılan 45. baskısı var. Köprünün altından çok sular geçti diye düşündüğüm yerler oldu fakat genel itibariyle senaryo aynı aynı olduğu için, bugün yazılsa çok da farklı şeyler yazılmayacak diye düşündüm. Zaten kitabın kuruluş şekli de zamandan bağımsız. Atatürk dönemi Türkiyesi ile herhangi bir az gelişmiş dünya ülkesinin karşılaştırılması dersek eğer, yazar, mesela gidip başka bir ülkenin tarihini, politik olaylarını da araştırmış olsa idi aynı kitabı yazabilirdi. Gelelim notlarıma:

Kamu iktisadi teşebbüslerinin artırılması az gelişmiş ülkeler için tek kurtuluş yoludur ve dünyada devletin belirleyiciliği ve müdahalesi olmadan kalkınabilmiş tek devlet yoktur, diyor yazar. Bu konu eskiden beri benim de kafamı kurcalıyor. Herkesin özgür olduğu, piyasaları aktörlerin belirlediği bir liberal ekonomi öngörüsü batılı devletlerin gözünden bizim gibi ülkeler için olmazsa olmaz olarak dayatılıyor. Kendileri için kazın ayağı öyle değil. Yine Aydoğan’ın bu kitabında görülebilir okuyucu tarafından, batılı ülkelerin gelişmemiş ülkelere dayattıkları çoğu kural kendileri için geçerli değil. Bize demokrasi ve insan hakları başlığı altında yüzlerce dayatmaları var. İş kendilerine gelince varlıklarını ve zenginliklerini korumak için tam tersini uyguluyorlar. KİT’lerin piyasadaki varlığı ya da devletin çeşitli müdahaleleri… Bizde olursa geri kalmışlık, onlarda olunca ilericilik.

Metin Aydoğan’ın Atatürk sonrası yöneticiler ilgili kanaati de genel itibarı ile aynı. Çoğunlukla Batı-ABD yararına çalışan isimler. İsmet İnönü’yü bile yer yer bu çoğunluktan ayırt etmiyor. Atatürk sonrası dönemde yavaş yavaş Amerika’nın kucağına bırakılışımızın örnekleri insanın tüylerini diken diken edecek cinsten. Kitabın ikinci bölümü olan “ABD ile anlaşmak” bölümünde esefle okuyoruz ki Atatürk rahmetli olur olmaz bağımsızlığımızı ABD’nin avuçlarına bırakacak anlaşmalar imzalamaya başlıyoruz. 27 Şubat 1947’de yapılan 10 milyon dolarlık anlaşmayı okurken kafanızı duvara vurasınız gelecek. 23 Haziran 1939 ve 23 Şubat 1945’t yapılan iki anlaşma daha var, tafsilatı dudak uçuklatıcı. Amerika, Atatürk sonrası Türkiye üzerindeki oyunlarını artırmaya başlıyor. Ülkemizden genç yetenekleri toplayarak kendilerine uygun bir eğitim verip geri gönderiyor. Amerika’da eğitim görmüş olan gençler de kritik yerlerde istihdam edilip Amerikan menfaatlerine uygun bir şekilde kararlar alıyorlar döndükleri zaman. Bu isimleri ben vermiyorum, sizin aklınıza gelmiştir zaten.

Türk Milli Eğitimi, Amerikalıların önemli konularından birisi. 1949 yılından beri doğrudan eğitimimizin içindeler. Köy enstitülerini kapatan bunlar, eğitim sistemimizi bir kargaşaya mahkûm eden yine bunlar. Amerika’da yüz yıl önce eğitim sistemi nasılsa bugün de öyle. Bizde her yıl eğitim sisteminin değişmesinin sebebi eğitilmiş Türk hakkında duyulan endişeler bence.

Petrol işletmeciliğinin devletin tekelinde olması Atatürk’e ait bir icraat. 1954 yılında petrol kanunu çıkarılarak yabancı şirketlere geniş imtiyazlar veriliyor. Siz de tüm bunları okurken…

Kitabın üçüncü bölümü batının aslında zor durumda olduğunu anlatıyor. Finansal bir hastalık tüm batıyı sarmış durumda. Gerçekle bağını yitirmiş bir sistem var. İşsizlik giderek artıyor. Zenginle fakir arasındaki uçurum büyüyor. Gelir dağılımı müthiş adaletsiz ve giderek makas açılıyor. Dünya ölçeğinde adaletsizliklere bakıldığı zaman en zengin üç kişinin servetinin 48 ülkenin milli gelirlerine eşit olduğunu görürsünüz. Kitabın dördüncü bölümünde bu durumun gittikçe az gelişmiş ülkeler aleyhinde değiştiğini anlatıyor Aydoğan. Az gelişmiş ifadesini ben pek sevmiyorum ama şimdilik yerine kullanılacak bir şey yok. Çok sömürülen daha doğru belki de. Az gelişmiş ülkeler borca bağımlı hale getiriliyor. Oyunun oyuncuları ve kuralları çok güzel bir şekilde belirlenmiş. Tepki verecek milli unsurları yok et, kendi ülkende (ABD) eğitilmiş ve zehirlenmiş o ülke dahilerini geri gönder ve kararları bunlara aldır, sürekli borçlandır ve engel teşkil edecek unsurları ortadan kaldır. Tarımda bağımsızlık diye bir şey olmasın, ortadan kaldır. Tarım konusunda az gelişmiş ülkeleri kendine bağla. Kendi kendilerine yeten haldeki ülkelere hibrit tohum sat, kimyasallarla topraklarını zehirle, tarımlarını yok et. Karşı durma ihtimali ortaya çıkarsa bu defa terör silahına sarıl. Senin ülkende en ufak ayrılıkçı harekette tüm kafaları kes (Bkz. Teksas’ın ABD’den ayrılmak istemesi ve buna karşı ABD’nin aldığı tedbirler.) Türkiye gibi bir ülkede ise terörü ve teröristleri besle, kendi içinde asla demokrat olma fakat Türkiye gibi ülkelerde bölücülerin ve vatan hainlerinin daha rahat hareket etmelerini temin için insan haklarından demokrasiden bahset. Burada insan hakları yok, demokrasi yok diye Uluslararası platformlarda konuş dur. IMF, dünya bankası gibi kuruluşlarla, ayakta kalmış geleneksel ne varsa yık geç. Hep, devletin bir şeye karışmaması gerektiğini savun ki rahat parçalayasın. Eyalet sistemlerine geçişi teşvik et ki rahat sömüresin. Gümrük birlikleri ile milli ekonomileri çökert, Avrupa Birliği hayali kurdur, geleneği yok et…

Uzun bir paragrafta tüm kitabın ana hatlarını çıkarabildiğini düşünüyorum. Metin Aydoğan’ın Bitmeyen Oyun kitabı ülkemizin üzerinde dönen alıcı kuşları ifşa niteliğinde bir eser. Bugüne kadar bu kadar derli toplu bir biçimde Türkiye’nin tüm sorunlarını ortaya dökebilmiş bir kitaba rastlamamıştım. Kitap aynı zamanda tüm konularla ilgili detaylı bir araştırma neticesinde Atatürk’ün de fikir ve aksiyonlarını da içermesi yönüyle başka bir zenginlik de taşıyor. Sonuna eklenmiş olan basından köşesi ve okuyucu mektupları köşesi -yazar için kıymetli olduğu anlaşılıyor- hacmi biraz artırması hasebiyle olmasa da olurmuş dedirtiyor okuyucuya. Biraz daha sadeleştirilip binlerce basılmalı ve üniversite öğrencilerine dağıtılmalı diye düşünüyorum. Bu sadeleştirme yapılırken yazarın, herkes tarafından paylaşılmayacak bazı fikirleri çıkarıp (28 Şubat’ın desteklenmesi gibi) ülkenin tüm namuslu insanlarının asgari müştereklerine inmesi kitabın kıymetini daha da artıracaktır.

450 sayfaya yaklaşan bu eser Metin Aydoğan tarafından yazılmış ve Umay Yayınları tarafından basılmış.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir