Bir Sürgünün Anıları [Aziz Nesin]

Aziz Nesin deyince akan sular durur. Türk yazınının yetiştirdiği en büyük kalemlerden birisidir Nesin. Her yazardan kolaylıkla bahsedebilirim ama konu Aziz Nesin olunca ister istemez duraksıyorum. Nesin’le henüz 6 yaşımdayken tanıştım. İki tane kitabı vardı elimde, adıma imzaladığı. Belki yüz yüze de tanışmışımdır bu esnada ama hatırlayamıyorum. Kapaklarda “okuyan bir ailenin ferdi olan…” diyerek yazmıştı adımı. O günden sonra çok kitap okudum ama hep farklı bir yeri oldu Aziz Nesin’in. Ülkemizin insan malzemesi noktasındaki sıkıntılarını bu kadar güzel dile getirebilecek, bu kadar esprili anlatabilecek başka bir yazar daha zor gelir. Her okuduğum hikâyesinde bu ülkeden bir şeyler buldum. Kendi hayatımdan parçalar okuyor gibi oldum. Memleketimizin bazı gerçeklerinin onca yıla rağmen değişmediğini ve kolay değişecek gibi de olmadığını fark ettim. Aynı anda gülmek ve üzülmek olası bir şey belki ama aynı anda hem güldürüp hem de düşündürmek zor şey olsa gerek.

Aziz Nesin’in bence en güzel kitabı Bir Sürgünün Anıları’dır. Daha önce de defalarca okuduğum bu kitabı bu aralar bir kere daha okudum. 158 sayfalık kitabı Nesin Vakfı basmış. Ben de okudum, bir daha okumak kaydıyla. Kitap Aziz Nesin’in hayatından bir kesiti anlatıyor. 1947 senesinde, arka yüzünü henüz bastırmadığı, Türkiye-Amerika ilişkilerini eleştirdiği bir broşür yüzünden 10 ay hapis yatan Nesin buradan da Bursa’ya sürgüne gönderiliyor. 4 ay ve 10 gün için. Kitabın başında yazar şöyle diyor:

“Sevgili Okurlarım. Bu dizide topladığım yazılar hikâye değildir. Hikâyede de az çok yazarın kendisi, kişiliği bulunur elbet. Ama bu kitapta okuyacaklarınız gerçek yaşamımdan bir bölüm olan benim sürgün anılarımdır. Size o günlerin acı, çok acı olduğunu söylemeyeceğim. En acı günler bile üzerinden yıllar geçtikten sonra, dalında dura dura ballanan meyvalar gibi tatlılaşıyor. Şimdi sürgünde geçen o acı günlerimi andıkça gülüyorum. Anlatınca da dinleyenler gülüyor. Bunları siz de gülesiniz diye yazdım.”

Nesin bir kış günü kelepçeli bir halde, jandarma nezaretinde şehre getiriliyor. Hapisten yeni çıktığı için cebince ancak bir hafta yetecek kadar parası var, üstü başı dökülüyor, tüm eşyası eski bir battaniye içine sarılmış vaziyette. Bilmediği bir şehir olan Bursa’da. Herkesin komünizmden korktuğu bir zamanda komünist olarak mimlenmiş, eşi dostu bile öcü gibi kaçıyor kendisinden. Bursa’da tanıdığı insanlar var ama yolda görünce arkalarını dönüp kaçıyorlar. Çoğu zaman açlıkla baş başa. Cebimdeki beş kuruşla simit mi alsam çay mı içsem ikilemiyle baş başa geçirilen dört ay.

Aklımda en fazla kalan bölümlerden birisi bir dolandırıcı ile arkadaşlık ettiği kısım. Ben de sık sık Aziz Nesin’in bu tecrübesinden faydalanmışımdır hayatım boyunca. Nesin kitapta kendisinden para sızdıran ve fazlası ile geri ödeyeceğini söyleyen bir adamdan bahsederken şöyle diyor: “Bütün bu numaraları çok iyi bilirim. Dolandırıcılığın baş kuralı bu numaradır: boyuna vadedeceksin. İnsafsızca, merhametsizce vadedeceksin. Hiç yolu yoktur, en kurt, en kurnaz olan bile eninde sonunda yutar, yutmak zorunda kalır bu numarayı…” Bu paragrafın ışığında hep uzak durmuşumdur çok şey vadeden insanlardan.

Kitabın bir kısmından sonra da isim vermeden bir sürgün arkadaşından da bahsediyor. Merakımdan araştırdım sonraları kimmiş bu adam diye. Kerim Sadi imiş hoca diye bahsettiği adam. Çok iyi bahsetmiyor, ismini vermemesinden de belli zaten.

Kitaptaki her ayrıntıyı yazamıyorum burada. Nihayetinde bir kitap ve okunması lazım. İçten, samimi, yalın. Sanki yaşamış gibi oluyor insan okurken, ve bir yandan üzülürken olan bitenlere bir yandan da gülmeden edemiyor. Bir Sürgünün Anıları gerçekten okunmaya değecek güzellikte bir kitap.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir