Azab-ı Mukaddes [Neyzen Tevfik]

Neyzen Tevfik, herkesin efsanesine hayran olduğu fakat buna mukabil hakkında bilinenler bir iki satırdan öteye gitmeyen bir zat. Sosyal medyada, muhtemelen çoğu kendisine ait olmayan birçok bilgi dolaşır durur yıllardır. Bu kitabı okuduğum için mutluyum zira Neyzen Tevfik hakkındaki bilgilerimi bir adım öteye taşımış oldum bu vesile ile.

Öncelikli olarak şu küfür meselesinden bahsetmek istiyorum. Hakikaten Neyzen’in şiirleri çok fazla küfür içeriyor. Yayınevi takdire şayan bir şekilde küfür kısımlarını noktalayarak geçmiş. Küfür konusunda çok iyi sayılmam, ben de pek tahmin edemedim doğrusu. Küfrediyor dedim geçtim. İkincisi de şiirlerin çoğu 1921 yılına tarihlenmiş. Bu tarihte şair Haydarpaşa’da hastanede yatıyor ve çok fazla boş vakti olmuş anlaşılan. Bu yüzden şiirlerin çoğu bu tarihi taşıyor (Rumi 1337).

Neyzen, kendisini şair olarak görmüyor. Hiç kıymet vermiyor yazdığı şeylere. Zaten bir gelir de elde edememiş şairlikten, bunu da kitabın önsözünde sitemle söylüyor.

Neyzen, 1879’da Bodrum’da doğar, aslen Bafra’lı. Küçük yaşta neye ilgi duyar. Sara hastalığı hayatı boyunca peşini bırakmaz. Bektaşiliğe ilgi duyar. Şair olarak ve dost olarak Mehmet Akif Ersoy’u çok sever. Alkoliktir, içmeden duramaz.

“pek çoğu hastanelerde, diğer kısmı meyhanelerde, baştan çıktığım perişanlık devirlerinde yazılmış veya sayıklanmıştır.”

“Sazımı hiçbir zaman paraya tabi kılmadım. Böyle bir vaziyeti beni yaşatan en büyük hayat arkadaşım, sadık ve vefalı neyime karşı hakaret telakki ederim.”

“Uzun derbederlik hayatımda, o kaldırımdan bu kaldırıma, o kapıdan bu kapıya; o diyardan bu diyara; neyim ve meyimle bir kuru yaprak gibi savruldum. O günlerde beni sinenize bastınız, gönlünüzde yer verdiniz, kusurlarımı affettiniz! Rica ederim burada da müspet bir hakikat aramayınız. Hatalarıma göz yumup bunları hoş görünüz!”

Böyle söyleyerek Azab-ı Mukaddes’i okuyucuya sunuyor Neyzen.

Kitap 1949’da yazarın sağlığında çıkıyor. Osmanlıca çok fazla kelime olduğu için sonuna lügat eklenmiş. “Bişnev ez-ney çün hikayed mikuned” ile başlamış. 6 bölümden oluşuyor. Birinci bölüm İçtimai.

Deli gönül neyi özler durursun?

Acınacak dostun, cananın mı var?

Dünya yansa yorganın yok içinde,

Harap olmuş evin, dükkanın mı var?

“Yazıları İspanyol’a gıribe, Hikmetini okutursa hoş olur” diyerek şimdi yeniden hatırlanan İspanyol gribinden bahsediyor 1921 tarihli bir şiirinde.

“Düzelmeyen şu alemin işini, Ulu Tanrım olan nûra bıraktım, Sabreyledim kırk yıl sıktım dişimi, Gün görmeyi Nefh-i Sûra bıraktım” diyerek Vahdet-i Vücud’a gönderme yaptığı şiir yine 1921 tarihli. 

Sultan Abdülhamid’in ne zalimliğini ne Yezidliğini bıraktığı bir şiirinin tarihi de 1903. Kahire’de yazmış.

1920 tarihli bir şiirinde, kutuptan kutuba bir tünel açmak için boş duba lazım olursa, vekillerin kafaları kullanılabilir demiş.

Cumhuriyetin ilanından önceki ve sonraki Neyzen birbirilerinden farklı iki insan gibi. Cumhuriyet sonrası daha az dindar, daha fazla Türkçü bir yapıya bürünmüş şair.

Türk’e birinci öğüt adlı şiirinde “Dehre eyvallah dedirttin yazdığın fermana Türk” demiş. Aynı şiirin içinde padişahların arasında Hasan, Hüseyin ya da Ali isimlerinin olmayışına kızıyor.

Bir kıtada da “Müslümanlıkta nifak anane-i imandır!” diyor 1926’da. 1929’da da İlahiyat kürsüsünü laik cumhuriyete yakıştıramayan başka bir dörtlük yazmış. Neyi kastettiğini anlamadım.

Kitabın ikinci bölümü Felsefi

Bu bölümde 1913 tarihli Felek, 1921 tarihli Seyran ve Geçerim şiirleri güzel. “Değil mi?” şiiri de Şathiye tarzına örnek olabilecek bir şiir yine 1921 tarihli. Aynı tarihli Olur Ya! şiirinde sanki Buda’ya selam vermiş, “Dinim Buda, kalbim buna mutmain” diyerek. 1921’de Tıp Fakültesi hastanesinde yatmış şair. Boş zamanlarını verimli bir şekilde değerlendirmiş. Yeri gelmişken söyleyeyim, kitaptaki şiirlerin yarısından çoğu bu tarihte yazılmış. Uzunca süre kaldıysa bu hastanede demek. Bol bol şiir yazmış.

Aynı bölümde şairin en meşhur şiiri, Geçer var. 1943 yılında kaleme alınmış.

Iztırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer,

Ömr-i fani gibidir, gün de geçer dem de geçer,

Gam karar eyleyemez hande-i hurrem de geçer

Devr-i şâdî de geçer, gusaa-i matem de geçer,

Gece gündüz yok olur, an-ı dem âdem de geçer.

1938 tarihli bir şiirindeyse: “Şüphemin dalgaları her dini boğdu, aştı; Gönlümün yolları gittikçe karanlıklaştı” diyor.

Kitabın üçüncü bölümünün başlığı Aşki. Burada koşmalar, aşk şiirleri var. 5 tane şiirden oluşuyor, kısa bir bölüm. Bir şiirinde Fuzuli’nin bir gazelinin tahmisini yapıyor. Gazelin dizelerinin önüne 3’er satır ekleyerek 5’e tamamlıyor.

Dördüncü bölüm, Portreler. Burada kişiler hakkında yazılmış şiirler var. Beşinci bölüm Kendim başlığını taşıyor. Burada köpeği Mernuş’un arkasından yazdığı şiiri çok beğendim.

Bu yolda cahilim, bildiğim kısa,

Sen girdin topraüa ben düştüm yasa.

Haklı haksız hatırını kırdımsa

Affet günahımı, beşerim Mernuş!

Bu bölümdeki İkrarname şiirinden ayrıca bahsetmek isterim. Ali Ekber Çiçek’in sesinden yıllarca “Sevda Vadisi” adıyla dinleyip çok sevdiğim o türkünün sözleri meğer Neyzen’inmiş. 

“Meyde Bektaşi göründüm nede oldum Mevlevî” dediği bir şiirinde “Meşrebim Molla-yı Rumî, mezhebim Bektaşidir” diyor.

Kitabın son bölümü, “Hakkında Yazılanlar” başlığını taşıyor. Burada Neyzen’le ilgili yazılanlara yer verilmiş. Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ın bir bölümüne şu notu düşmüş olması manidar: “Tevfik Neyzen’in üç bin dört yüzüncü tevbesinden isti’fası münasebetiyle.”

İşte böyle. Kapı Yayınları’nın ilk baskısını 2009 yılında yaptığı bu eserin 2017 yılında yapılan 5. baskısı var elimde. Bu yayınevi kitabı basmadan önce, piyasada bulunma ihtimali çok zayıfken eski baskılarından iki tane bulup ikisini de bir ahbabıma hediye etmiştim okumadan. Okumak bugüneymiş. 350 sayfalık bu eseri Neyzen’in ahbabı İhsan Ada hazırlamış 1949 yılında. Bu baskıda da aslına sadık kalınmış.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir