Aşiretten Devlete [Alphonse de Lamartine]

Fransız yazar Lamartine 19. Yüzyılda Fransa dışişleri bakanlığı görevini de yürütmüş bir siyaset adamı. Birçok yere seyahat etmiş bir gezgin de aynı zamanda. Bu yüzyılda Avrupa ülkelerinin Osmanlı’ya karşı olan nefretine karşın, gördüklerinin ışığında, Osmanlı’nın hiç de düşündükleri gibi olmadığını ispatlayan bir Türkiye Tarihi kaleme almış. Yedi ciltlik tarihin ilk kitabı “Aşiretten Devlete”. Kitap yayınlandığı yıllarda özellikle önsözü ile yankı uyandırmış. Uzun önsözde zamanın siyasi durumundan bahsediyor yazar. Rusya’nın ilerlemesine karşı Osmanlı’nın desteklenmesinin gerekliliğinin ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. Yunanlılara karşı büyük bir sempati ile hareket ederek Yunanistan’ı özgürlüğe kavuşturan Avrupa kamuoyunun aynı zamanda Osmanlı’ya karşı nefret beslemelerinin ne kadar yanlış olduğunu anlatıyor. Rusya o zamanın Avrupa’sı için büyük bir tehlike teşkil etmektedir. Karadeniz’e inme emelleri vardır ve tüm Osmanlı toprağını ele geçirmek istemektedir. Avrupa toplumu milliyetçi akımları teşvik ederek Yunanistan’dan sonra Osmanlı yönetimindeki diğer toplulukların da dağılmasına sebep olmaktadır. Mısır’daki Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanına destek olarak ülkeyi zayıflatmıştır. Osmanlı donanmasının Rusya tarafından yakılmış, Osmanlı’ya büyük kayıplar verdirilmiş ve verdirilmektedir. Sultan Abdulmecid tahttadır. Osmanlı devleti savaşçı değil, barışçı bir devlet olmak için çaba göstermektedir.

Yazarlar kanaatleri, şairler heyecanı oluşturur. Yazarın bazı sözleri dikkatimi çekiyor. Yunanistan’ın bağımsızlığı için Avrupa’da edebiyatçıların gösterdiği çabaları eleştiriyor. Osmanlı’yı tam tanımadan Yunanistan’ın bağımsızlığının desteklenmesini yanlış buluyor. Yunanlıların Antikçağ’daki Yunan halkı ile aynı olmadığını, bu kadar fazla desteği hak etmediğini söylüyor. Rusların bu savaşlardan galip gelerek Osmanlı ülkesini ele geçirmesinin büyük bir tehlike olacağından ve neticede Avrupa’nın da elden gideceğinden bahsediyor Lamartine. Böyle bir durumda ise özgür düşüncenin bir daha Avrupa’ya giremeyeceğini söylüyor. Rusya bir doğu milletidir, batı medeniyetinin esas kabul ettiği muhakemenin karşısında doğu milleti itaati esas kabul eder.

Aklıma o zamanlar ve diğer zamanlarda Ruslar ve Almanların birleşmiş olması ihtimali geliyor. Son yüzyıllarda sürekli birbiri ile savaşmış olan bu iki ülke hasbelkader ortak hareket etmiş olsa idi dünya büyük felaketlere sürüklenebilirdi.

Boğazların bu kadar önemli, stratejik bir konumunun olması ne kadar kötü demeden de edemiyorum. Keşke bu kadar önemli olmasa idi boğazlar. Karadeniz bir şekilde Hazar Denizi ile bağlı olsa idi. Hazar denizinden Kızıldeniz’e bir kanal açılmış olsa idi. Balkanlar’da da Türk yerleşim yerlerinin batısından büyük bir kanal geçse, Karadeniz’le Ege bu şekilde bağlanmış olsaydı. Çok olanaksız şeyler bu düşündüklerimiz ama belki de böyle olsaydı daha az savaş olur, daha az kanı akardı bu toprakların insanlarının.

Kitabın önsüzünden sonra Osmanlı tarihi en başından itibaren anlatılmaya başlanıyor. Ertuğrul Gazi, Selçuklulara yararlılıklar gösterdiği için Selçuklu Sultanı tarafından Söğüt ve çevresi ile mükâfatlandırılıyor. Barışçıl bir dönem geçiriyor liderliği boyunca. Henüz beylik olunmamış, aşiret durumundalar. Aşiret çobanlıkla sağlıyor geçimini, civardaki Bizans tekfurları ile barış içinde yaşıyor. Ertuğrul Gazi’nin vefatından sonra Osman Bey lider oluyor. Osman beyin ismi “Otman” olarak da geçiyor. Bir rivayete göre Osman Bey’in asıl adı “Ataman”. Kitaba göre Osman Bey; Şeyh Edebali’nin kızı ile evlenmek için Müslüman oluyor. Şeyh’in evinde bir gece kalırken Kur’an-ı Kerim’i görüyor ve sabaha kadar okuyor. Sonrasında malum rüyayı görüyor. Bey olduğu süre boyunca attan inmiyor Osman Bey. Bursa’yı fethetmek en büyük arzusu. Ömrünün son günlerinde bu fetih gerçekleşiyor. Osman Bey’in hayatının en üzücü olayının olarak da amcası Dündar’ı öldürmesi olduğunu yazıyor yazar. Sinirli bir anında amcasını oklamış, sonra da pişman olmuş. Osman Bey’in bir de oğluna vasiyeti var. Bizim dikkatimizi âlimler hakkındaki sözleri çekiyor. Bir adamın âlim olduğunu duyarsan onu servete boğ, yükselt diyor Osman Bey oğluna.

Osman Bey’den sonra yerine oğlu Orhan Bey geçiyor. Orhan Bey’in bir de kardeşi var Alâeddin Bey adında. Alâeddin çiftçilik yapmak istiyorsa da Orhan Bey müsaade etmiyor, veziri olmasını istiyor. Osmanlı’nın devlet olmasının temelini de Alâeddin Bey atıyor yazara göre. Benim için yeni bir bilgi oldu bu zira ben bu hadiseyi böyle bilmiyordum. Alâeddin Bey gerçekten çiftçilik yapmıştı bildiğime göre. Alâeddin Bey gayrimüslim çocuklarından oluşan bir askeri sınıf oluşturuyor. Bu yeni çerilerden oluşan sınıf düzenli ordunun temelini oluşturuyor. İsimleri de Yeniçeri oluyor. Bu devirde Orhan Bey’in büyük oğlu Süleyman’ın kahramanlıkları önemli yer tutuyor. Süleyman Bey bir av sırasında atından düşüp ölünce veliaht olma sırası Murad Bey’e geçiyor. Fetihler durmaksızın sürüyor Orhan Bey döneminde. Orhan Bey Osmanlı hanedanının en çok yaşayan üyesi. Tahtta kalma süresi de Kanuni’den sonra ikinci sanırım.

Murad Hüdavendigar döneminde de fetihler sürüyor. Murad Bey’in oğlu Savcı Bey, Bizans imparatorunun oğlu ile isyan ediyor bu dönemde. Babası da oğlunu yakalayıp önce gözlerini oydurup sonra öldürtüyor. Bunun hanedanda taht için dökülen kanların ilki olduğunu söylüyor yazar. Daha sonra Yıldırım Bayezid’in de kardeşi Yakup’u öldürtmesi ile iş artık çığırından çıkıyor. Murad Bey döneminde fetihler esnasında depremler olduğunu yazıyor bir de kitap. Büyük depremlerle düşmanların evleri, kalelerinin surları yıkılırken henüz göçebe olan Osmanlı bu durumu lehine kullanıyor. Bir de meşhur Kosova savaşı var bu dönemde. Murad Bey’in savaştan önde sabaha kadar dua ettiğini bütün tarihlerde olduğu gibi Lamartine’de yazıyor. Gerçekten de Osmanlı tarihinin belki de en kritik savaşıdır Kosova Savaşı. İçleri geçmiş Bizanslılara karşı değil de; gerçek rakipler olan Macarlara, Sırplara, diğer balkan milletlerine karşı yapılmış bir savaştır Kosova. Osmanlı için bir dönüm noktasıdır. Ömrü savaş meydanlarında geçen Murad Bey sabaha kadar dua edip zafer ve şehadet istiyor Yaradan’dan. İki duası da gerçek oluyor neticede. Hem galip geliniyor, hem de bir Sırplı eliyle şehid oluyor padişah. Padişahı şehid eden Sırp askerinin Sırp kralının çok yakını olduğundan ve krala bağlılığını ispat için bunu yaptığından bahsediyor yazar ayrıca.

Yıldırım Bayezid devri Osmanlı tarihinde benim en çok ilgimi çeken dönemlerden biridir. Padişah’ın zaferlerden zaferlere koşması, cesareti, yiğitliği ve neticede zillet içinde, esir olarak ölmesi. Bu konuda daha uzun yazılabilir. Kitapta bildiklerimin dışında, Timur portresi biraz daha iyi çiziliyor. Osmanlı tarihçilerinin Timur’u çok karalaması normal. Bu kitapta Timur biraz daha değişik bir tip. Yıldırım’ı kafeslerde dolaştırmıyor, eziyet etmiyor. Hatta amacı onu tekrar ülkesinin padişahı olması. Fakat Yıldırım’ın ömrü buna vefa etmiyor. Timur da zaten memleketine döndükten sonra Çin’e sefer yapmadan ölüp gidiyor. Tek faydalı davranışı İzmir’in fethi oluyor Timur’un. Enerjisini Müslüman Osmanlı için harcayacağına Çin’e sefer etmiş olsa idi dünya tarihinin seyri bambaşka olacaktı. Yazarın bir iddiası da Timur’un Anadolu’ya yaptığı seferin nedenlerinden birinin de Osmanlı’daki ahlaki yozlaşma olması. Osmanlı’nın Bizans’tan öğrendiği genç çocukları hadım ederek sarayda gayri ahlaki işlerde kullanma hadiselerine girmesi Timur’u çok kızdırmış. Bu ahlaki yozluğu düzeltmeye girişmiş. Timur’un da çok iyi bir insan olduğunu düşünmüyorum ben şahsen. Gittiği her yerde taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamış bir insan. O zamanlarda ortam müsaitken İslam’ın neden fazla yayılamadığı ortada.

Kitapta Paşa kelimesinin nereden geldiğini anlatmış yazar. Pers imparatoru Sirus zamanından kalma bir gelenek şöyleymiş. İmparator yararlı gördüğü komutanlarına organlarından birinin adını verirmiş. Vergi memurlarına el, nazırlarına kulak, yargıçlarına dil, vezirlerine ve valilerine ise ayak dermiş. Pa kelimesi Farsça ayak anlamına geliyor. Pa ile Şah’ın birleşmesi ile oluşmuş bu kelime. Paşa.

Ve kitaptan son bir cümle: Geleneklerin bozulmaya yüz tuttuğu devirlerde halk toplulukları fazilete değil cürete bağlılık gösterir. (Bunu Bizans için söylüyor yazar)

Kitap daha sonra başka yayınevleri tarafından da basılmış ama bendeki Tercüman Yayınları’nın 1001 eserinden. Yedi ciltten oluşuyormuş, bende beş tanesi var. Ortaokul yıllarımda bir gün bütün harçlığıma mal olmuş, beni de kitapçıya borçlandırmıştı. Devamını da okudukça buraya eklerim.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir