Anne Baba Biz Suçluyuz [Ali Şeriati]

“Sizi rahatsız etmeye geldim” diyor Ali Şeriati. Bu durumda da biz yorumda bulunmaksızın kitaptan birkaç tane cümleciği sunuyoruz. Zira eklenecek tek bir kelimem yok. Sadece biraz rahatsız oldum.

“Söylediklerim acı, sivri ve inciticidir. Eğer görüşlerimde hakikat payı olduğuna inanıyorsanız, lütfen, bu acıtıcı sözlerimden dolayı beni affedin. Zira maslahata göre konuşmak insanların hoşuna gider. Yalan, hile ve pohpohlama tatlı, hakikat ise acıdır.”

“Hz. Ali şöyle demektedir: ‘Düşman, size hileler ve tuzaklar hazırlıyor, fakat siz tedbir almıyorsunuz. Sizden bölük bölük kaçırıp alıyor fakat siz rahatsız olmuyorsunuz. Düşman bir dakika bile sizden habersiz olmadığı halde siz, ondan bigâne bir şekilde hayatınıza devam ediyorsunuz. Allah’a yemin olsun ki, birbirlerini sevmeyen ve işi birbirlerinin üzerine atan bir toplum mağlup olur.’”

“Okunmamak için var olan bir kitap! Kendisine inandığınız Kur’an neye yarıyor? Onda ne var, bilmiyorum. Sen kendin de içeriğini bilmiyorsun! Bu açından bakıldığında ikimiz de aynı durumdayız. Benim bu kitapla bir işim olamaz; çünkü okunmak için olmayan bir kitabın neye yaradığını bilmiyorum. Sen ise onu yüzüne göğsüne sürüyor, bebeğinin kundağına, çocuğunun koluna ve hastanın yastığına iliştiriyorsun. Benim gördüğüm kadarıyla senin için bu kitabın anlamı şudur: Evden çıkıp bir yere gittiğinde birkaç ayet okuyup kapının kilidine üflemek! Ben ise gelişmiş bir fenni kilit alırım. Böylece üflemeye ihtiyaç kalmamış olur.”

“Namaz kılmanın Allah’la konuşmak olduğunu söylüyorsun. Nasıl bir konuşma ise? Bir kişi düşünün ki, muhatabıyla konuşuyor fakat kendisi söylediklerinin ne anlama geldiğini bilmiyor. Bu konuşmada bütün çaba, dikkat ve gülünç bir vesvese ile kelimeleri ve harfleri doğru bir şekilde telaffuz etmek için harcanıyor.”

“Allah, namaz kılan bilinçsizleri ve bilinçli olmaya karşı çıkıp bu yönde çalışanları, daha namazın ilk rekâtında huzurundan kovar ve “üçüncü dünya” ülkelerinin en kötü yerlerindeki sömürge savaşlarının içine atar.”

 “…dört adım ötede Yahudiler senin dindaşlarına katliam uyguluyor, onların evlerine tecavüz edip namussuzluklar yapıyor, çoluk çocukla birlikte evi havaya uçurup gidiyor fakat senin kılın bile kıpırdamıyor!”

“Görmüyor musun duacı müminler fakir ve geri kaldıkları halde namazsız kâfirler ilerlemiş olup yeryüzünün bütün nimetlerine hükmediyorlar?”

“Ebu Bekir’e oy veren de, Ali’ye bağlılıkta bulunan da göçüp gitti. Tarihte Ebu Bekir’e de Ali’ye de destek verenler çekip gittiler, şimdi onların hiçbiri yok. Senin bütün fikrin, taraftarlığın ve duyarlılığın tarihteki bir olayla ilgili midir?”

“Bana göre İslam, ilmi bir akide ve insani bir sorumluluktur. Zaten beni ona bağlayan da budur.”

“…Siyonizm Mekke’nin yanı başına yerleşmişken, fakirlik ve sömürü özgür İslam’ın kalbine oturmuşken bu ferdi amellerin ne anlamı var ki?”

“… Demek İslam adı altında sahip oldukları ve yaptıkları her şey gerçekte ne dindir ne de İslam. Hatta İslam’ın emirleri ve dinin sembolü olan namaz, dua, hac ve oruçları bile gerçekte ne namaz ne dua ne hac ne de oruçtur. Zira eğer bu ibadetler gerçek manada yapılıyor olsaydı, bunun etkilerinin görülmesi gerekirdi.”

“Kur’an mübarek bir obje değil, bir kitaptır; tapınılan kutsanan bir fetiş değil, dinlenmesi gereken bir mesajdır; içinde mana değil düşünce gizli olan bir kitaptır.”


“Görülüyor ki, zamanın tümü, bencillik, özgürce düşünme, dünyayı ve hayatı dolu dolu yaşama, insanların var oluşunun manası. Evet, bütün bunlar, yeni yeni ihtiyaç dalgalarına cevap vermek ve daha çok tüketmek için harcanıyor. Dava, düşünce ve sanat ise üretim sermayesinin çarkları arasında yok olup gidiyor. Gün geçtikçe yeni sahte ihtiyaçlar ortaya çıkmaktadır ve her yeni ihtiyaç fertler, aileler, cemaatler ve toplumlar ve milletler için yeni yük manasına geliyor. Her defasında da yeni ihtiyacı karşılamak için, yeni bir çaba ve yeni bir koşturma gerekiyor. Sonuçta kırmızı, siyah, sarı, beyaz bütün insanlar, tek bir çark içinde mide bulandırıcı ve anlamsız bir şekilde dönüp duruyor: Tüketmek için üretmek, üretmek için tüketmek, tüketmek için üretmek, üretmek için tüketmek…”

“Bundan sonra aydın bol bol alışveriş yapar, yağ bağlayıp ağırlaşır ve oturduğu yerde kala kalır. Ağır ekonomik şartlar altında kendisi ve ailesinin günlük yaşamı içinde ve bu hayatı sürdürebilmek için muhafazakârlık, çıkarcılık, acizlik ve zillete katlanıp insani sorumlulukları, inancının gereklerini birer “gençlik hevesi” olarak görmeye başlar. Artık akıllı bir adam olmuştur! Bütün amacı işini ve sosyal statüsünü tehlikeye atacak hiçbir şeyi yapmamak ve hiçbir şeye dokunmamaktır. Böyle olmak zorundadır çünkü o geleceğini daha önceden satmıştır.”

Bir konuşmasının kitaplaşmış şekli olan eser 112 sayfa. Bilge Adam yayınları basmış.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir