Anna Karenina [Lev Tolstoy]

Tolstoy bu romanı yazdıktan sonra adına neden “Anna Karenina” dedi acaba? Romandaki kahramanların içerisinde ‘kahraman’ olmaya en layık olan isim Levin bence. Kitabın ismi böyle olsaydı aynı şekilde üne kavuşamaz mıydı? “Konstantin Levin”. Kadın bir kahraman adının romanı daha çok sattıracağını düşünmüş olabilir mi? Sanmam. Koca yazar, mağazasına tezgahtar alan konfeksiyoncu değil ya. İki isim arasındaki fark yazarın ikisine yaklaşımı. Anna Karenina’nın iç dünyasına, kişiliğine yoğunlaşırken Konstantin Levin’in şahsında dönemin Rusya’sı, ülkenin tarım ve hayvancılığı ile birlikte sosyal hayatını da anlatmış yazar. Yine de Levin’e kanım daha fazla ısındı benim. Anna gibi ahlaki olarak düşük bir kadındansa Levin gibi konuşurken yüzü kızaran birisini roman kahramanı olmaya daha layık görüyorum haddim olmayarak. Aşık olan, nerede nasıl konuşacağını şaşıran, gece yatağına girince “keşke şunları da söyleseydim” diye hayıflanan fakat başka sohbetlerde yine de düşündüğünü söyleyemeyen, ölüm üzerine kafa yorduğu gibi toplum üzerine de kafa yoran nadide bir insan Levin.

Anna Karenina, muhtemeldir ki, Tolstoy’un da 1860’lı yıllarda sosyetede karşılaştığı tiplerden birisidir. Toplum önündeyken ahlaklı, namuslu, iyilik kumkuması, sevgi pıtırcığı. Kendi başına kaldığı zaman bütün insan acziyetlerinin, heveslere kurban olmanın bir örneğine dönüşüveriyor. Anna’nın iç mücadeleleri tabi ki romanda önemli bir yer tutuyor fakat oldukça sığ bir insan olduğu için içindeki mücadeleler Levin’inki gibi insanlıkla, dinle, toplumla ilgili değil. Sevgilisinin kendisiyle olan münasebeti, kendisinin kocasıyla ilgili münasebeti ve tatminsizliği Anna’nın genel konuları. Anna tatminsiz bir insan. Ne yaparsa yapsın tatmin olamıyor. Evli barklı, oldukça bahtiyar bir yuvası varken sosyeteden bir gence ışık vererek onunla sevgili oluyor. Dünyanın kendisinin etrafında döndüğünü zanneden tiplerden. Herkes kendisine kul köle olmalı, bütün dünya Anna’nın saadeti için çaba göstermeli. Anna’nın saadeti için çaba göstermeyen kişilerin hepsi kötü. Örneğin kocası Karenin. Aldatıldığı yetmiyormuş gibi terk ediliyor, Karenin eyvallah deyince bu sefer boşanmamasını istiyor Anna, sonra affetmesini istiyor, sonra boşanmasını istiyor. Adam ne yapsa yaranamıyor Anna’ya. Vronski de öyle. Kadın ne derse sustalı maymun gibi yerine getiriyor fakat yine de yaranamıyor son tahlilde.

Anna ile Levin roman boyunca iyi ve kötüyü temsil etmiş olabilir. İnsanın içinde onu iyiye ve kötüye teşvik eden duygu ve düşünceler bu iki kişinin suretinde mücadele halinde. Evlilikte sadakat neden gereklidir sorusu insanlığın her zaman sormuş olduğu bir soru. Erdemli olduğunu düşündüğümüz için, hem kendimiz hem ailemiz hem de toplumumuz için sadık oluyoruz eşlerimize. Bütün insanlar evliliklerinde en yüksek tatmin seviyesini sağlıyor mu? Tabi ki hayır. Peki, tatmin seviyesinin zirvenin altında olduğu her konuda insan başkalarında mı aramalı mutluluğu? Bu kritik soru gündemden hiçbir zaman düşmez. Kimisi evlidir, evliliğinde bulamadığı bazı şeyleri dışarıda arar. Kimisi bunu gizli yapar kimisi aşikar yapar. Kimisi de dışarıda aramanın erdemli olmadığına din, gelenek, ahlak kuralları çerçevesinde karar vermiştir ve ailesine sadık yaşamayı diğer zevklere tercih eder. Anna, yüreğinin götürdüğü yere giden tiplerden birisi. Yüreği onu daha üst tatmin seviyelerini aramaya götürüyor, sonra daha üst, sonra daha üst. Morfin, afyon derken kayıp bir hayata dönüşüyor Anna’nın hayatı.

Levin ise bambaşka bir insan. İçinde bulunduğu toplumla ilgili sürekli kafa yoruyor ve daha iyiye nasıl ulaşabileceğinin yollarını arıyor. Mükemmel bir insan mı? Değil. Sürekli hatalar yapıyor. İyilik hususunda Anna ile belki aynı yerde başlıyorlar hayatlarına fakat Levin, kendisini gemlemeyi iyi biliyor. Yeri geldiğinde aşkından vazgeçecek kadar gururuna düşkün bir insan. Romanın bir yerinde Tolstoy’un Levin’le ilgili Türk benzetmesi hoşuma gitti.

“Levin’in dine yaklaşımı, çağdaşlarının çoğu gibi belirsizdi. Evet, inanmıyordu ama bütün bunların yanlış, tamamen yanlış olduğundan da emin değildi.”

Levin’in dinle ilgili görüşleri Tolstoy’unkilerle paralel olabilir. Tolstoy’un da hayatında da din, din hakkında düşünmek önemli bir yer tutmuş Ölüm fikri de Tolstoy’un temel taşlarından birisi. İvan İlyiç’in Ölümü de ölüm temalı müthiş bir anlatı. Bu romanda da İvan İlyiç’in ölmek üzereyken aklından geçenler kısmen Levin’in de aklından geçiyor.

“ölümden kaçınılmaz oluş şimdi daha korkunç geliyordu.”

Sonra Anna ile Levin’in karşılaşması var romanın bir yerinde.

“Levin bu kadında müthiş derecede hoşuna giden bir özellik daha görüyordu. Akıl, zarafet ve güzelliğin dışında onda doğruculuk da vardı. Durumunun zorluğunu Levin’den saklamayı istemiyordu. Bunları söyledikten sonra derin bir soluk aldı ve yüzü birden taş gibi sert bir ifadeye büründü. Yüzü bu ifadeyle önceki halinden daha güzeldi ancak bu ifade yeniydi ve ressamın portrede yakaladığı mutlulukla ışıldayan ve çevreye mutluluk saçan ifadeden farklıydı. Levin portreye, sonra kardeşinin elini tutarak onunla yüksek kapıdan geçen Anna’ya baktı ve içinde ona karşı kendisinin de şaşırdığı bir merhamet ve şefkat hissetti.”

Tolstoy bu kitabı yazarken Osmanlı ve Sırplar arasında bir savaş cereyan ediyor. Bu sırada da Rus kamuoyunda Sırplara karşı büyük bir destek oluşuyor. Zaten neticede Ruslar da savaşa girecek ve 93 harbi başlayacaktır. Tosltoy’un bu sırada savaşa karşı biraz serin duruşu, belki de Türklere karşı sevgi duyuyor oluşu hoş karşılanmamış. 8 bölümden oluşan kitabın son bölümünü yayıncı yayınlamamış ilk baskısında.

Tolstoy, bu eserde dönemin Rusya’sını çok ayrıntılı bir şekilde ele almış. Toplumsal hayat, sosyete, köylüler, fikir hayatı, devlet daireleri gibi türlü türlü alanları çok ayrıntılı bir şekilde analiz ederken kişi analizlerini de çok mükemmel bir şekilde yapmış. Bir kişiyi anlattığı zaman okuyucu o kişiyle kırk yıllık ahbapmış gibi hissediyor. Yazarın 4 yılda bitirdiği roman, elimdeki Can Yayınları baskısında 1100 sayfayı geçiyor. Birinci cilt 599, ikinci cilt ise 519 sayfa. Roman denince bundan sonra aklıma gelecek ilk kitap sanırım bu olacak zira bu romanı okurken, Tolstoy’dan sonra yaşamış ve bu romandan çeşitli şekillerde ilham almış onlarca yazar ve romanı geçti aklımdan. Bizim Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi yazarlarımızın önemli bir kısmı diviti hokkaya daldırırken içlerinden Tolstoy gibi olmak için dua etmiş olmalılar. Sadece dua etmekle de kalmamışlar.

Tolstoy’un bu eseri tabi ki değişik çevirmenler tarafından çevirilmiş ve değişik yayınevleri tarafından basılmıştır yüz küsur yıldır. Benim elimde, dediğim gibi, Can Yayınları baskısı var. Hayranlıklar okuduğum bu 1118 sayfayı Uğur Büke Türkçemize kazandırmış. Ruhun şad olsun Lev Tolstoy.

Author: mehmet
Mehmet Zeki Dinçarslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir